- Bu konu 15 yanıt içerir, 2 izleyen vardır ve en son 17 yıl 1 ay önce dilara tarafından güncellenmiştir.
- YazarYazılar
- 11 Aralık 2007: 14:10 #16847dilaraÜye11 Aralık 2007: 14:11 #45779dilaraÜye11 Aralık 2007: 14:13 #45780dilaraÜye11 Aralık 2007: 14:16 #45781dilaraÜye11 Aralık 2007: 14:18 #45782dilaraÜye11 Aralık 2007: 14:19 #45783dilaraÜye11 Aralık 2007: 14:21 #45784dilaraÜye11 Aralık 2007: 14:23 #45785dilaraÜye
[size=medium]Anadolu yakasında, Kocaeli Yarımadası’nın batı kesiminde yer alır, Üsküdar İlçesi, doğuda Ümraniye, güneyde Kadıköy ilçeleri, batı ve kuzeybatıda İstanbul Boğazı, kuzeyde de Beykoz İlçesi’ne komşudur. İlçe bu sınırlar içinde 35 km’lik bir alan kaplar. Batısı denizdir. Kırsal yerleşmesi olmayan Üsküdar İlçesi, 52 mahalleden oluşur.1918 ve 1924’de ayrı vilayet yapılan Üsküdar, 1926’daki yönetsel düzenlemeler sırasında ilçe yapılarak İstanbul Vilayeti’ne bağlandı. M.Ö. 7.Y.Y.’da bir Grek kolonisi olarak kurulan Halkedon’un (Kadıköy) iskelesi ve tersaneleri, bugünkü Üsküdar’ın yerleştiği alanda bulunur ve buraya Hrisopolis (Altın Şehir) denirdi. Yörenin bu adla anılması çeşitli biçimlerde yorumlanmaktadır. Pers işgali sırasında Anadolu Yarımadası’ndaki kavimlerden ve halktan vergi olarak toplanan altınlar buradaki hazinelerde saklandığı için yöreye bu adın yakıştırıldığı söylenmektedir. Bir başka yoruma göre, Agamemnon’un oğlu Krizes kaçarak Anadolu’ya gelmiş ve Üsküdar’da öldüğü için şehir onun adıyla anılmıştır. Kimileri de, günbatımında evleri karşı yakadan yaldızlı gibi göründüğü için Üsküdar’a Altın Şehir adının verildiğini söylemektedir. Üsküdar adıysa, kimi kaynaklara öre Farsça “ulak” anlamına gelen “Eskudari”ten türemiştir.1471’de Vezir Rum Mehmed Paşa tarafından yaptırılan ve Paşa’nın adını taşıyan Tabhaneli Cami ve Türbe ile, günümüze ulaşamamış olan medrese ve hamamın yanı sıra başta Kızkulesi, olmak üzere Üsküdar’da birçok tarihi eser bulunmaktadır.
Hrisopolis M.Ö.508’de Pers Kralı Darius’un egemenliği altına girmiş, M.Ö.410’da Atinalı Alkibiades’in zaferiyle sonuçlanan deniz savaşından sonra bu komutan kent çevresine sur yaptırmış ve Boğaz’dan geçen gemilerden taşıdıkları malların değeri oranında geçiş parası almıştır.Yazar Ksenophon, M.Ö.404 yıllarında On Binler’in hayatta kalanlarının, Asya seferi dönüşünde Karadeniz kıyısı yoluyla Hrisopolis’e geldiğini ve burada kaldıkları bir hafta boyunca ellerindeki ganimetleri bölge halkına sattıklarını anlatır. Büyük İskender ve ardıllarının zamanında Anadolu’nun kuzeybatısıyla birlikte Halkedon ve Hrisopolis de Küçük Frigya’nın sınırları içindedir. Arapların birçok kez kuşatma girişiminde bulunduğu Konstantinopolis’te karadan ve denizden gelen Müslüman askerlerin ilk hedefi ve karargahı Üsküdar olmuştur. Harunü’r-Reşid 782’de henüz halife olmadan Üsküdar önüne gelmiş ve her yıl burada kalmıştır. 783’de İmparatoriçe Eirene’nin ordusuna yenilince, 70.000 altın vermeye zorlandığı bilinmektedir. Öte yandan kaynaklar, Anadolu’nun Türklerce fethinden sonra Danişmendlilerden Turasan Bey’in Üsküdar’a kadar geldiğini, Alemdağı’nda bir kale yaptırdığını ve Bizanslılarla çarpışırken kalesinin önünde şehit düştüğünü yazmaktadır. Ne var ki, sözü edilen kaleye ait hiçbir ize rastlanmadığından, bu bilgi doğrulanamamaktadır. Bizans döneminde küçük bir kasaba olarak varlığını sürdüren Üsküdar, pek çok ihtilal girişiminde başlangıç noktası olmuş. Örneğin 963’de Nikeforos Fokas kendini burada imparator ilan ettirmiş ve iktidarı ele geçirmiştir. Öte yandan 1097’de Haçlı ordusu, ordugahını Üsküdar tepelerinde kurmuş, izleyen Haçlı seferlerinde de bölge, hep üs olarak kullanılmıştır.
Sultan Orhan da (hd 1324-1361) Bizans’ın Bitinya bölgesini aldıktan sonra, bu imparatorluğun kapısı sayılan Hrisopolis önlerine kadar gelmiş, bunun üzerine III. Andronikos, topladığı askerleri buraya göndermiş ancak yenilmiştir. Bir süre sonra Bizans Prensesi Teodora ile evlenen Sultan Orhan’ın 1348’de kayınpederi İmparator VIİoannes Kantakuzenos’u ziyaret etmek için Üsküdar’a geldiği ve beraberinde bulunan ailesiyle saray halkının konaklaması için Marmara’ya ve Üsküdar’ın bugün de en vazgeçilmez simgelerinden sayılan Kız kulesi’ne egemen bir noktaya büyük bir otağ kurulduğu bilinmektedir. Sultan Orhan 1352’de Venediklilere yenildiği için, kendisinden yardım isteyen Ceneviz donanmasına destek amacıyla Kadıköy ve Üsküdar’a süvari kuvveti göndermiş, böylece Boğaz’ın bu kilit noktalarına yerleşerek bir anlamda İstanbul’un fethinden 101 yıl önce Kadıköy ve Üsküdar’ı ele geçirmiştir. I.Bayezid (Yıldırım) döneminde (1389-1402), İstanbul’da bulunan Müslümanların davalarına bir Müslüman kadı’nın bakması karara bağlanmış, böylece Türklerin egemenliği altında bulunan Üsküdar’da da bir kadı görevlendirilmiştir. Yıldırım Bayezid’in ölümünden sonra yaşanan Fetret Devri’nde Bitinya’daki yerler kaybedilince Türkler Üsküdar’dan uzaklaştırılmışsa da, I.Mehmed (Çelebi) tahta geçtikten sonra bu yerleri Bizanslılardan geri almış, böylece Türkler bölgedeki eski ticaret serbestliğine yeniden kavuşmuşlardır. İstanbul’un fethinden sonra II.Mehmed (Fatih), Üsküdar’dan kaçan Rumların yerine Anadolu’dan gelen Türkleri yerleştirmiştir.
Ancak Üsküdar’ın fetih sırasında 100 yıldan beri Türklerin elinde olması ve karşılaştırma yapmaya olanak verecek belgelerin bulunmaması nedeniyle, fetihten sonra nüfusunun ne kadar arttığını saptamak mümkün olamamaktadır. II.Mehmed döneminde İstanbul’un iskan bölgelerinin yönetsel açıdan 4 kadılığa ayrılmasıyla Üsküdar da bir kadılık olmuş ve Galata ile Haslar kadılıklarıyla birlikte Bilad-ı Selase adı verilen üçlüyü oluşturmuştur. 1471’de Vezir Rum Mehmed Paşa tarafından yaptırılan ve Paşa’nın adını taşıyan Tabhaneli Cami ve Türbe ile, günümüze ulaşamamış olan medrese ve hamam, Üsküdar’daki en eski Osmanlı yapılarındandır. Üsküdar’ın Osmanlı dönemindeki önemli bir özelliği de, her yıl Mekke ve Medine’ye gidecek hacı adaylarının oluşturduğu Surre-i Hümayun’un törenlerle buradan uğurlanmasıdır. Hacı adaylarını ve sultanın Mekke Şerifine gönderdiği armağanları taşıyan develerin oluşturduğu uzun konvoyun yola çıkması öncesinde düzenlenen törenler, Üsküdar’a büyük bir canlılık getirmiştir. Bir yandan da Üsküdar, yaşam yolculuğunun sona ermesiyle ilgili izlerle yüklüdür. Gerçekten de, daha 14. Y.Y.’da oluşmaya başlayan ve fetih sonrasında tümüyle Müslüman kabristanı haline gelen Karacaahmed Mezarlığı buradadır. Mezarlığa adını veren Bektaşi büyüğü Karaca Ahmed’in yanısıra, pek çok tarikat şeyhi, Üsküdar’da tekke kurmuştur.[/size]11 Aralık 2007: 14:27 #45786dilaraÜye12 Aralık 2007: 09:02 #45814Mahmut BABURÜyeteşekkürler bilgilendirmen için
14 Aralık 2007: 09:08 #45941dilaraÜye[size=medium]Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır.
İstanbul’un sembollerinden biri haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile kucaklaştığı yerde minicik bir ada üzerinde kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. Kule hakkında pek çok rivayetler bulunmaktadır. Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder: “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam seksen arşundur. Sathı mesehası ikiyüz adımdır. İki tarafına bakan yerde kapısı vardır.”
Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın mühim kısımları Fatih devri yapısıdır. Kulenin etrafındaki sahanlık geniş taşlarla kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmut’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır. Kulenin Eminönü tarafı daha genişçe olup burada bir de sarnıç vardır.
[/size]14 Aralık 2007: 09:09 #45942dilaraÜye[size=medium]Tarihte, anıt mezar, gümrük istasyonu, askeri depo, deniz feneri olarak kullanılmış olan Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek turizmin hizmetine sunulmuştur. Kız kulesine ulaşım Salacak ve Ortaköy’den sandallarla yapılmaktadır.
Çok eski tarihi geçmişi olan Kız Kulesi, bir zamanlar, Boğazdan geçen gemilerden vergi alınmak maksadı ile kullanılmıştır. Kule ile Avrupa Yakası boyunca büyük bir zincir çekilmiş ve gemilerin Anadolu Yakası ile Kız Kulesi arasından geçişine(o zamanlar gemi boyutları küçük olduğu için geçebilmekteydi) izin verilmiştir. Bir süre sonra Kule, zinciri taşıyamamış ve Avrupa Yakasına doğru yıkılmıştır. Kuleden suyun içinde bakıldığında yıkıntıları görülmektedir.
[/size]14 Aralık 2007: 09:10 #45943dilaraÜye14 Aralık 2007: 09:11 #45944dilaraÜye14 Aralık 2007: 09:12 #45945dilaraÜye[size=medium]Kız Kulesi; mavi gözlü, çok güzel bir kıza takılan bir nazar boncuğu… Öyle ki o güzel kızın henüz yüzüne doyamamışken gözlerinizi o nazar boncuğuna takılmış yakalarsınız… Ve siz ne kadar gözlerinizi ondan ayırıp diğer güzelliklere kanmak isteseniz de, o gözünüze çarpar durur. Tıpkı Kız Kulesi gibi… Dünyanın en güzel şehrinin sağ yakacığına kondurulmuş bir nazar boncuğudur o… Siz Sarayburnu’ndan boğazı süzerken, Fındıklı’da boğaza doğru düşüncelere dalmşken, Kadıköy vapurunda evinize dönerken veya İstanbul’a veda ederken boğaza köprünün üzerinden attığınız son bakışta kendinizi hep onu seyrederken yakalarsınız… Kendinizi ondan alıp boğazın kalanını seyre çabalasanızda nafiledir. O kendine çeker sizi… Ve onda kaybolup gidersiniz. Düşünceleriniz ve hayallerinizle başbaşasınızdır. Ya sevdiğinizle olan bir anınız canlanıyordur gözlerinizde veyahut onunla kurduğunuz bir hayali yaşıyorsunuzdur İstanbul’un eteklerinde… Bir sevgilinizin olması şart değildir. Zira onu seyrederken insan İstanbul’a aşık olur. Aşık olunmayacak gibi de değildir hani… Dünyanın en güzel mavi gözlü kızıdır İstanbuldur çünkü… Ve Kızkulesi de onun nazar boncuğu…
KızKulesi asırlardan beri İstanbul’un simgelerindendir. Ve doğal olarak da bir çok efsane anlatılır hakkında. En bilineni, kulenin zamanın kralının kızına yapıldığını anlatan efsanedir. Efsaneye göre bir kahin zamanın kralına, kızını 18 yaşına geldiğinde bir yılanın sokacağını haber verir. Kızını her şeyden çok seven kral onu korumak için denizin ortasına bir kalecik yaptırmaya karar verir. Ve kızını buraya yerleştirir. Ancak kral kaderin önüne geçemez ve yılan kuleye gönderilen bir üzüm sepetinin içine gizlenerek kralın kızını böylece zehirler. Yine efsaneye göre bugün Ayasofya’da bulunan tabut bu kıza aittir ve üzerindeki delikler de yılanın öldükten sonra bile bu genç kızı rahat bırakmadığını gösterir. Diğer bir efsanede ise (bu efsanenin Çanakkale Boğazında yaşandığı da anlatılır) Hero ve Leandros isimli birbirine aşık iki genç anlatılır. Hero Afrodit’in rahibelerindendir ve görevi Kız Kulesi’ndeki kumruları beslemektir. Bir ilkbaharda kulede yapılan bir şenlikte Hero ve Leandros birbirlerini görürler ve birbirlerine aşık olurlar. O günden sonra her gece gizlice yüzerek kuleye gelen Leandros gizli gizli Hero’yla buluşur. Bunu kıskanan bir rahibe de bir gece kulede yanan feneri söndürür ve Leandros yolunu bulamadığı için boğazın sularında boğulur. Hero için de yaşamın anlamı kalmamıştır ve o da kendini kuleden boğazın sularına bırakır. Ve benim geçenlerde ilk defa okudğum efsanede (belki de ben rastlamadım ama çok da bilinmiyor galiba) Battal Gazi hakkında. Bu hikayede de Battal Gazi’nin burada saklanan ganimetleri elde etmek için kuleye saldırdığı ve kulede bulunan tekfurun kızını da kaçırdığı anlatılır. Ve atıyla Üsküdardan kopuk uçurtma misali sür’atle ayrıldığı… : ) Hatta atı alan Üsküdarı geçti sözü de buraya atfedilir. KızKulesinin bilinen yapılış amacı ise Bizans zamanında boğazdan geçen gemilerden vergi almaktır.
[/size] - YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.