blank
  1. Anasayfa
  2. Genel
  3. Veteriner Hekim Haberleri
  4. TULAREMİ (AYIN KONUSU)
15 yazı görüntüleniyor - 1 ile 15 arası (toplam 16)
  • Yazar
    Yazılar
  • #20705

    Son günlerde ülkemizdede görülmeye başlayan bu hastalığı kısaca tanıyalım…

    Tularemi

    Önemli bir zoonoz etkenidir. Etken mikroorganizma Francisella tularensis’dir.


    Tarihçe:

    Tularemi ilk defa 1911 yılında McCoy tarafından Kaliforniya’nın Tulare bölgesinde, sincaplarda görülen veba benzeri bir salgın hastalık olarak tanımlanmıştır. İnsanlarda hastalığı ilk tanımlayan ise Edward Francis’dir. Bu hastalıkla ilgili çalışmaları nedeniyle E. Francis’e 1959’da Nobel ödülü verilmiştir.


    Epidemiyoloji:

    Bakteri; tavşan, sincap, sıçan, geyik, kunduz gibi hayvanlardan, kene, sinek, sivrisinek gibi kan emici artropodlar tarafından alınarak insanlara bulaştırılır. Bazı alt türler suda ve çamurda haftalarca canlılığını ve bulaştırıcılığını devam ettirebilir. Evcil hayvanlar da infekte olabilir. İnfekte hayvanın idrar, feçes, kan ve organlarının; deri, mukoza veya konjonktivaya direkt teması veya bu hayvanlar tarafından ısırılma yoluyla da bakteri bulaşabilir. Bir diğer bulaş şekli, kontamine aerosollerin hava yolu ile alınması ve infekte hayvanların iyi pişmemiş etlerinin yenmesidir. İnsandan insana bulaşma gösterilmemiştir. Bulaş yolları nedeniyle; avcılar, tarımla uğraşanlar, ormanda çalışanlar, doğa tutkunları, veteriner hekimler ve laboratuvar çalışanları tularemi yönünden risk grubudur. Tularemi dünyanın değişik bölgelerinde; “geyik sineği ateşi”, “tavşan ateşi”, “kene ateşi”, “avcı hastalığı” gibi isimlerle tanımlanmaktadır. Hastalık genellikle yaz ve kış aylarında iki pik yapmaktadır. Hastalık her yaştan insanı etkilemekle birlikte olguların çoğunluğu 30 yaş üzeri erkeklerdir. Son derece bulaştırıcı olması nedeniyle aynı zamanda biyolojik silah olarak da kullanılabilme potansiyeli taşımaktadır.


    Klinik Bulgular:

    Tularemi, belirtisiz veya subklinik bir seyir gösterebileceği gibi hızla ilerleyen ve ölümle seyreden dramatik bir tablo da gösterebilir. İnkübasyon süresi ortalama 3-5 gündür. Çoğunlukla ateş, üşüme-titreme, halsizlik, baş ağrısı, iştahsızlık gibi semptomlarla akut olarak başlar. Eşlik eden boğaz ağrısı, kuru öksürük ve retrosternal ağrı grip benzeri bir tabloyu andırır. Bölgesel lenf bezlerinde hızla büyümeye neden olur. Kanla yayılım sonucu; sepsis, pnömoni ve menenjit gibi komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Tedavi: Antibiyotiklerledir.

    Korunma – Kontrol :

    Doğada aktivitelerde bulunurken artropod ısırmasından korunmak için kapalı giyisiler giyilmelidir. Tulareminin endemik olduğu bölgelerde doğadan meyve, sebze, yemiş tüketirken bunların kontamine olabileceğini gözardı etmemek ve temiz suyla yıkamadan yememek gerekir. Aynı risk pınar, dere gibi açıktan akan su kaynakları için de geçerlidir. Tulareminin endemik olduğu bölgelerde avcıların, hayvanlara temas ederken eldiven kullanmaları gereklidir.

    #74318
    dilara
    Üye

    Tavşan ateşi olarak da tanımlanan tularemi, Francisella tularensis,’in etken olduğu bakterial zoonozlardan birisidir. Küçük, aerobik, non-motil, Gram negatif kokobasil olan Francisella tularensis, bilinen en enfeksiyöz bakterilerden birisidir, hastalığın oluşması için 10 canlı mikroorganizmanın inökülasyonu veya inhalasyonu yeterlidir. İnce lipopolisakkarit içeren bir zarı mevcut olan F. tularensis spor oluşturamaz. İnsanlar sıklıkla F. tularensis’i cilt veya mukozal yüzeylerden, enfekte hayvan dokusu veya vücut sıvısı ile temas sonrasında veya enfekte tatarcık, kene yada sivrisinek tarafından ısırılmayı takiben alır. Nadir olarak, kontamine, toz inhalasyonu, gıdanın veya suyun alınması da klinik hastalık gelişimine neden olabilir. Suda, toprakta, hayvan ölülerinde, atıklarında haftalarca, dondurulmuş tavşan etinde yıllarca canlı kalabilen F. tularensis, donma noktasına yakın veya daha düşük sıcaklıklara aylarca dayanıklıdır. Bu derece, dış ortam koşullarına dayanıklı olan mikroorganizma ısıya ve dezenfektanlara karşı duyarlı olmasına rağmen, çok düşük inokülüm miktarında bile hastalığa neden olabilmesi, kolay dağılabilmesi ve oluşturduğu klinik tabloların ciddiyeti nedeni ile ilk sıralarda tercih edilen biyolojik silah ajanları arasındadır.

    İlk defa 1911’de kemirgenlerde veba benzeri bir hastalığın etkeni olduğu gösterilen F. tularensis’in, insanlarda mortalitesi ve morbiditesi yüksek klinik hastalığa neden olduğu kısa süre sonra gösterilmiştir. San Francisco’da şüpheli veba salgınını inceleyen araştırmacılar Tulare County, California’da izole ettikleri bakteriyi Bacterium tularense olarak isimlendirmeleri bakterinin tanımlanmasını sağlamıştır. Avrupa ve Eski Sovyetler Birliği’nde 1930 ve 1940’da kontamine suyun neden olduğu salgınların görülmesi hastalığın epidemik özellikler taşıyabileceğini de göstermiştir. İlerleyen yıllarda, Dr. Edward Francis’in mikroorganizma ve hastalık üzerindeki çalışmaları nedeniyle bakteri Francisella tularensis olarak adlandırılmıştır.

    Mikroorganizmaların bugünkü anlamda silah olarak kullanılmasına yönelik ilk düşüncelerin doğuşuyla birlikte, bu amaçla F. tularensis’in kullanılmasına yönelik çalışmalar başlamıştır. İlk biyolojik silah üretimlerinin gerçekleştirildiği ve denemelerinin yapıldığı, Maçurya’da 1932-1945 yılları arasında Japon ordusunun üzerinde çalıştığı bilinen mikroorganizmalardan biriside F. tularensis’dir. Ayrıca II. Dünya Savaşı sırasında Doğu Avrupa’da Alman ve Rus Askerleri’nde görülen farklı klinik tularemi formlarının, Ruslar tarafından F. tularensis’in askeri saldırı amaçlı kullanımına bağlı olabileceği de literatürde yer almaktadır. Savaş sonrasında da F. tularensis üzerindeki çalışmalar devam etmiş ve ABD, 1950-1960’larda aerosol olarak etkili olabilecek F. tularensis üretimini gerçekleştirmiştir. Bugün için, ABD’de tularemi üzerindeki çalışmalar devam etmektedir, ancak bu çalışmalarda amacın, hastalığın patofizyolojisinin anlaşılmasına, aşı geliştirilmesine, olası saldırı durumlarında koruyucu önlemlere yönelik olduğu belirtilmektedir. Eski Sovyetler Birliği’nde F. tularensis üzerindeki çalışmaların 1990’lı yılların başına kadar devam ettiği bilinmektedir ve bugün için kullanılan antibiyotiklere dirençli ve geliştirilmekte olan aşı ile oluşacak immüm cevaptan da etkilenmeyecek bir suş ile silah oluşturdukları da iddia edilmektedir.

    Olası biyolojik silah saldırısında meydana gelecek felaketin büyüklüğüne yönelik Dünya Sağlık Örgütü’nün 1969’daki bir çalışmasında, 50 kg F. tularensis’in aerosol olarak 5 milyon nüfuslu yerleşim alanı üzerinde atılması halinde 19.000 ölüm ve 250.000 kişide hastalığa neden olacağı, aşılanan kişilerinde tam olarak korunamayacakları ifade edilmiştir. Ayrıca hastalanan kişilerin haftalarca tedavi ihtiyacı olacağı ve haftalar sonra relapsların görüleceği belirtilmiştir. Bu çalışmaya istinaden, ABD’de “Centers for Disease Control and Prevention” (CDC) olası F. tularensis biyolojik saldırısının ekonomik yükünü incelemiş ve her 100.000 etkilenen kişi için 5.4 milyar dolarlık bir rakama ihtiyaç olduğu belirtilmiştir. Bu ölçüde önemli mortalite ve morbiditeye neden olabilecek F. tularensis, biyolojik silah olarak farklı ülkelerin ve grupların dikkatini çekmektedir.

    Bugün için elimizdeki bilgiler, ABD’de dönemin başkanı Nixon ve ekibi tarafından alınan bir karar ile biyolojik silah üretiminin 1969’da durdurulmasının düşünüldüğü, 1970’te durdurulduğu ve 1973’te F. tularensis’de içeren üretilmiş bombaların imha edildiğini göstermektedir. Eski Sovyetler Birliği’nde F. tularensis içeren biyolojik silah üretim çalışmalarının, birliğin son yıllarına kadar devam ettiği bilinmektedir. Bugün gerek Eski Sovyet Cumhuriyetleri kaynaklı, gerekse bağımsız şekilde üretilmiş olan, silah amaçlı kullanılabilecek canlı veya toz haline getirilmiş F. tularensis’in varlığından şüphe edilmekte ancak hangi ülkelerde veya kimlerin elinde bulunduğu bilinmemektedir.

    Doğal yollarla gelişen tularemi, Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’nın bir çok kesimlerinde görülmekle birlikte özellikle orta ve kuzey Avrupa’da, İskandinav ülkelerinde sık olarak tespit edilmektedir. Ön planda kırsal alanda yaşayanların hastalığı olarak görülmekle birlikte, nadiren şehirlerde yaşayanlarda da tespit edilebilmektedir. Bu dağılımda, F. tularensis’in konağının; tarla faresi, kır sıçanı, su sıçanı, tavşanlar gibi küçük memeli hayvanlar oluşu önem taşımaktadır. Sıklıkla hayvanlar hastalığı, tatarcık, kene, sivrisinek gibi vektörlerin ısırması sonrasında alırlar. İnsanlara hastalık pek çok farklı şekilde bulaşabilir; vektör olarak görev yapan böcekler tarafından ısırılma en sık tespit edilen bulaşma şeklidir. Ayrıca, enfekte hayvan ile direkt temasın yanı sıra enfekte hayvan dokuları ile temas veya bunların gıda olarak alınması, kontamine olmuş suyun tüketilmesi, inhalasyon yolu ile enfekte partiküllerin alınması hastalığa neden olabilir. Bu özellikleri nedeni ile tüm yaş grupları ve her iki cinsiyet grubuda hastalık açısından risk taşır, ancak avcılıkla uğraşanların daha yüksek risk grubunda oldukları bilinmektedir. Laboratuar ortamında F. tularensis ile çalışanlar da, çok az miktarlarda bile mikroorganizma hastalığa neden olabildiği için risk altındadır, F. tularensis üremiş agarının, rutin diğer mikrobiyolojik örneklerde olduğu gibi açık olarak incelenmesi bile hastalığa neden olabilir. Ancak bugün için insandan insana bulaştığı gösterilmediğinden hasta ile temas edilmesi veya aynı ortamda bulunulması hastalık gelişimi açısından risk taşımaz.

    Doğal yollardan bulaşma sonrasında 1-21 gün arasında değişen sürelerle olmak üzere, ortalama 3-5 günlük inkübasyon süresini takiben, F. tularensis alım şekline ve virülansına bağlı olarak 6 farklı klinik formdan birisiyle hastalık gelişir. İnkübasyon süresinin alınan organizma sayısına bağlı olarak değiştiği, mikroorganizma sayısının artışı ile sürenin kısaldığı kabul edilmektedir. Fakültatif intrasellüler bakteri olan F. tularensis makrofajlar içerisinde çoğalır. Patofizyolojik değişikliklerin gerçekleştiği, bakterinin hedef aldığı organlar, lenf nodu, akciğer, plevra, dalak ve böbrektir.

    Klinik formları;

    – Tifoidal tularemi; doğal bulaşma yolları sonrasında gelişen tularemilerin %5-15’ini oluşturur. Genellikle enfekte partiküllerin inhalasyon yolu alınmasını takiben gelişir, ancak intradermal veya gastrointestinal alımları takiben de gözlenebilir. Eğer biyolojik silah olarak F. tularensis kullanılacak olursa ön planda aerosol formu ile kullanılacağı için, olası bir saldırı sonrasında gözlenmesi beklenen klinik form tifoidal tularemidir. Sıklıkla ani başlayan ateş (38 – 40 0C), halsizlik, kilo kaybı ve yaygın vücut ağrıları (özellikle bel ağrısı) şeklinde ilk bulgularını verir, ancak tulareminin diğer formlarından farklı olarak lenfadenopati gelişimi tespit edilmez. Ayrıca cilt veya mukozal lezyonlarda görülmez. Vakaların %80’ında klinik tabloya pnömoni eşlik edebilir, pnömoninin eşlik ettiği vakalar tulareminin en ağır formlarıdır. Pnömoni bulgularının yanı sıra substernal ağrı, produktif veya non-produktif öksürük gözlenebilir. Nadiren karın ağrısı ve ishal gibi gastrointestinal bulgular ön planda olabilir. Vakaların %42’sinde nabız ateş disasiasyonu, yani ateş yükselmesine rağmen göreceli bradikardi tespit edilebilir. Tedavi alan vakalarda mortalite %1-3, uygun ve zamanında tedavi başlanmayan vakalarda ise %35’tir. Olası bir biyolojik saldırı durumunda mortalitenin daha yüksek olması beklenmelidir.

    – Ülseroglandüler tularemi; doğal bulaşma sonrasında en sık görülen klinik formdur, vakaların %75-85’ini teşkil eder. Genellikle enfekte hayvan doku veya vücut sıvılarının cilt veya mukozal yüzeylerle temasını takiben gelişir. Ani başlayan ateş, titreme, başağrısı, halsizlik ve özellikle ülsere cilt lezyonu ile karakterizedir. Sistemik bulguların ortaya çıkışı ile ciltte papül gelişimi eş zamanlıdır, papül birkaç gün içerisinde ülserasyon gösterir. Ülser gelişimini takip eden birkaç gün içerisinde lokal, ağrılı lenfadenopati ülserli alanın drenaj hattında tespit edilir. Uygun antibiyotik tedavisine rağmen lenfadenopatilerde süpürasyon görülebilir. Cilt lezyonu sıklıkla temasın gerçekleştiği el veya parmaklarda gelişir.

    – Glandular tularemi; Ülser tespit edilmeden hassas lenfadenopati ve ateş ile seyreden klinik tablo vakaların %5-10’unda gözlenir.

    – Oküloglandular tularemi; Mikroorganizmanın konjonktivadan giriş yaptığı vakalarda, tek taraflı, oldukça ağrılı, pürülan drenajın ve preaüriküler veya servikal lenfadenopatinin eşlik ettiği klinik formdur. Yüzde 1-2 oranında görülür, sıklıkla, kontamine olmuş ellerin gözleri kaşıması veya enfekte hayvanın vücut sıvılarının konjonktivaya sıçraması sonrasında gelişir. Vakaların bir kısmında, kemozis, periorbital ödem ve palpebral konjonktivada küçük nodüler lezyonlar veya ülserasyon tespit edilir.

    – Orafarengeal tularemi; Primer farengeal ulseroglandüler tularemiyi tarif etmek için kullanılan tanımlamadır. Sıklıkla kontamine su veya gıda alımını takiben gelişir, nadiren kontamine damlacıkların inhalasyonu orafarengeal tularemi nedeni olabilir. Servikal lenfadenopatinin eşlik ettiği eksüdatif, membranöz tonsilofarenjit tespit edilir, stomatitte klinik tabloya eşlik edebilir.

    – Pnömonik tularemi; Tedavi edilmezse mortalitesi yüksek, fulminan seyir gösteren, atipik pnömoni bulguları ile karakterize pnömoni şeklinde görülür. Mikroorganizmanın inhalasyonu sonrasında primer olarak gelişebileceği gibi, hematojen yolla veya septik emboliler şeklinde yayılımı takibende gelişebilir. Tifoidal tularemilerin %30-80’ında, ulseroglandüler tularemilerin %10-15’inde klinik tabloya eşlik edebilir. Pnömonik tularemide vakaların %15’inde plevral effüzyon tespit edilir. İlk radyolojik bulgular peribronşial infiltrasyon şeklinde iken, izleyen birkaç gün içerisinde birkaç lobu tutan lobar pnömoni formunda olabilir.

    #74319
    dilara
    Üye

    F. tularensis, ciltten veya mukozal yüzeylerden giriş yaptıktan sonra ilk replikasyonunu gerçekleştirerek, lokal lenf nodlarına yayılır, replikasyon sürecine devam ederek, diğer organlara yayılım gösterir. Bu nedenle hastalığın erken döneminde bakteriyemi tespit edilebilir. F. tularensis lokal invazyonuna ilk cevap lokal, süpüratif nekroz şeklinde, polimorfonükleer lökositler tarafından verilir, sonrasında makrofajlar, lenfositler ve epiteloid hücrelerin invazyonu gerçekleşir. Erken dönemde süpüratif olan lezyon, granülamatöz hale döner. Histopatolojik incelemede santral nekroz ve zaman zaman da kazeifikasyon alanı ve çok çekirdekli hücreler tespit edilebilir. Bu bulgular ile tüberküloz veya sarkoidozdan ayırımı yapılamaz.

    Biyolojik silah olarak F. tularensis’in aerosol olarak kullanılabileceği tahmin edilmektedir. Hava yolu ile bulaşmanın söz konusu olduğu en büyük salgın 1966-67 yılları arasında İsveç’te 600’den fazla hastanın tespit edildiği salgındır. Hastaların büyük kısmını, çeşitli şekillerde enfekte partiküllerin inhalasyonuna yol açabilecek çiftlik işleri (enfekte tarla fareleri ile kontamine olmuş ürünlerin tarlalardan silolara yerleştirilmesi) yapan köylüler oluşturmuştur. Serolojik olarak hastalığı geçirdiği gösterilen 140 kişinin çoğunda ateş, halsizlik, titreme, başağrısı tespit edilmiş sadece %14’ünde pnömoniye ait semptomlar gözlenmiştir. Ancak hastalığın klinik şiddetini belirleyen bir önemli faktörde mikroorganizmanın virülansıdır. İsveç’te tespit edilen bu salgında göreceli olarak daha düşük virülansı olan tip B F. tularensis’in (F. tularensis biovar palaeartica, asid gliserol üretmeyen) etken olduğu gösterilmiştir, ancak olası biyolojik silahlarda tip A (F. tularensis biovar tularensis, asid gliserol üreten) olarak değerlendirilen daha virülan suşların kullanılacağını düşünmek daha gerçekçi olacaktır. Sporadik vakalara da sıklıkla tip A neden olmaktadır.

    Genel olarak bakıldığında F. tularensis’in biyolojik saldırı ajanı olarak kullanılması sonrasında, antraks veya vebanın kullanılmasına göre daha yavaş gelişen ve mortalitesi daha düşük olan klinik hastalıklara neden olması beklenmektedir. Ancak toplum üzerindeki etkisi ve bakım ihtiyacı gösteren kişi miktarı, saldırının gerçekleştirildiği toplum üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurmaya yetecek kadar büyüktür. İnhalasyon ile F. tularensis alımını takip eden 1-2 gün içinde kişiler işgöremez hale gelir, antibiyotik tedavisinden sonrada günlük aktivitelerine dönmeleri günler alır. Uygun tedavinin başlanmadığı kişilerde semptomlar haftalarca ve hatta aylarca devam eder. Ayrıca plazmid aracılığı ile taşınan kloramfenikol, tetrasiklin direnci ve streptomisin dirençli F. tularensis’in biyolojik silah üretiminde kullanılması tehlikenin boyutlarını daha da artıracaktır.

    Hastalığın geçirilmesi, oluşturduğu klinik tablodan bağımsız olarak kalıcı, koruyucu immünite sağlar.

    Tularemi insanlarda nadir görüldüğü için öncelikle ayırıcı tanılar arasında düşünülmesi ve mikrobiyoloji laboratuarının klinisyen tarafından uyarılması gerekir. Rutin mikrobiyolojik incelemeler sırasında F. tularensis’in tespit edilmesi birkaç haftaya kadar uzayabilir. İlk laboratuar incelemelerinde beyaz küre sayısı mikrolitrede 5000 ile 22000 arasında değişir ve yaymada belirgin bir özellik yokken, hastalığın ilerleyen dönemlerinde lenfositoz tespit edilebilir. Laktik dehidrogenaz, serum transaminazlarında ve alkalin fosfatazlarda minimal yükselmeler görülebilir. Serum kreatin kinaz seviyesinde yükselme rhabdomyolizin göstergesi olabilir. BOS genellikle normaldir, ancak hafif protein, glikoz ve hücre anormallikleri de bildirilmiştir. Etken, uygun klinik örneklerden direkt floresan antikor veya immünohistokimyasal boyama yöntemleri ile tespit edilebilir. Işık mikroskopisinde, küçük, pleomorfik, dalgalı boyama paterni gösteren mikroorganizma görülebilir. Kesin tanı F. tularensis kültürde üretilmesi ile konur, farengeal yıkama, balgam, açlık mide sıvısı, konjonktival eksuda ve ülserden alınan klinik örnekler mikroorganizmanın izolasyonu için kullanılabilir. F. tularensis özellikle sisteinden zengin broth, tioglikolat broth, sistein kalb-kan ve çikolatalı besi yerlerinde ürer. Özellikle steril olmayan lokalizasyonlardan alınan örnekler çikolata besi yeri gibi, selektif besi yerlerine ekilerek takip edilir. Ekim yapılan besi yerleri 37 0C’de etüve edilir, 24-48 saat içerisinde koloni formasyonu görülebilmesine rağmen, üreme gecikebileceği için vasatlar 10 gün süre ile etüvde tutularak incelenmelidir. Serum antikor seviyeleri genellikle ilk 10 gün tanısal seviyelere ulaşmadığı için erken tanıda değeri çok yoktur. Genellikle laboratuarlar tüp aglütinasyon veya mikroaglütinasyon yöntemi ile antikor tayini yapmaktadır ve dört katlık artış tanısal olmaktadır. Ayrıca tüp aglütinasyon yönteminde 1: 160 veya mikroaglütünasyonda 1: 128’lik titre tanısal değer taşımaktadır.

    Hastalıktan korunma için aşı geliştirme çalışmaları bugün için hala devam etmektedir. Eski Sovyetler Birliği’nde 1930’ların başında geliştirilen canlı attenüe aşı, tularemi endemik bölgelerinde milyonlarca insan tarafından kullanılmıştır. ABD’de virülan olmayan F. tularensis suşunun atenüe formu aşı amaçlı olarak yüksek risk taşıyan laboratuar çalışanlarında kullanılmıştır. Her iki formun tifoidal ve pnömonik tularemi için düşük etkinliği olduğu bilinmektedir. ABD’de F. tularensis SCHU S-4 virülan suşu üzerinde aşı çalışmaları FDA incelemesi aşamasına gelmiştir. Ancak gerek eski aşılar, gerekse geliştirilmekte olan aşı üzerinde yapılan çalışmalar koruyucu antikor gelişiminin aşılamayı takiben en erken 2 hafta içinde geliştiğini gösterdiği için aşının olası bir biyolojik saldırı veya temas sonrasında uygulanması durumunda koruyucu olması beklenmemektedir.

    Doğal yollardan gelişen tularemi için yetişkinlerde tercih edilen tedavi yaklaşımı parenteral streptomisindir (Tablo I). Gentamisin daha yaygın kullanıldığı ve daha kolay ulaşılabilir olduğu için tercih edilen tedavi olabilir. Aminoglikozit ile tedavide süre 10 gün olmalıdır. Alternatif ilaçlar olarak değerlendirilen tetrasiklin ve kloramfenikolde, primer tedavi başarısızlığı ve relaps riski daha yüksek olduğu için tedavi süresi 14 gün olarak verilmektedir. Kinolonlar tularemi tedavisinde intrasellüler etkinlikleri ile ön plana çıkan ajan olmaya başlamıştır. Siprofloksasin tularemi için lisanslı olmamasına rağmen gerek çocuklarda, gerekse yetişkinlerde klinik kullanıma girmeye başlamıştır, önerilen tedavi süresi 10 gündür. Kloramfenikol, doksisiklin veya siprofloksasin ile parenteral olarak başlanan tedavi, hastanın klinik durumunda görülen düzelmeye paralel olarak oral tedavi şeklinde tamamlanabilir. Beta laktam antibiotikler ve makrolidlerin kullanıldığı tedavi protokollerinde, primer başarısızlık oranının ve relapsların yüksek olması nedeni ile bu antibiotikler tedavide tercih edilen ajanlar değildir. Çocuklarda streptomisin ve gentamisin ilk tercih edilen ajanlardır. Doksisiklin, siprofloksasin ve kloramfenikol, aminoglikozitlere alternatif ajanlar olarak çocukluk çağında kullanılabilir.

    Biyolojik saldırı durumunda, büyük grupların etkilendiği ve tedavi ihtiyacı düşünüldüğünde, parenteral tedavi yaklaşımlarının uygulanabilirliğinin sınırlı olması nedeniyle, oral siprofloksasin ve doksisiklin hem çocuklarda, hem de yetişkinlerde tercih edilen ajanlardır. Biyolojik saldırı durumunda kullanılan F. tularensis suşunun çoklu direnç taşıma olasılığı nedeni ile direnç paterninin belirlenmesi tedavinin etkinliğini belirleyecektir.

    Tedavi yaklaşımında, gebelerde tercih edilen ajan gentamisindir. Nadir olarak nörolojik işitme kaybı ve renal gelişim anormallikleri diğer aminoglikozitlerin gebelik döneminde kullanılması ile fetusta tespit edilmiş olmasına rağmen gentamisin ile bu tip yan etkiler insanlarda rapor edilmemiştir. Gentamisin kullanımında problem ile karşılaşıldığında oral siprofloksasin alternatif ajan olarak kullanılabilir.

    İmmünyetmezlikli kişilerde tulareminin tedavisine yönelik detaylı çalışmalar olmamakla birlikte, immünyetmezliği olmayanlarda bile primer tedavi başarısızlığı ve relaps riski yüksek olan bakteriostatik ajanlar kullanılmamalı, streptomisin veya gentamisin tercih edilmelidir.

    Bir diğer dikkat edilmesi gereken noktada, biyolojik silah olarak F. tularensis üzerinde çalışılırken ilk dönemlerde elde edilen streptomisin dirençli suşun, bugün büyük olasılıkla diğer ülkelerin elinde bulunuyor olma olasılığıdır. Bu bakımdan muhtemel bir saldırı sonrasında tedavi planlanırken bu olasılığın dikkate getirilmesi gerekir. Elde edilen suşun streptomisin dirençli olmasına rağmen, gentamisin hassas olması gentamisinin tercih edilmesinde, bir neden olarak karşımıza çıkarken, bir diğer neden de tularemiden kesin olarak emin olunamadığında olası diğer etkenlere karşı gentamisinin daha geniş etki spektrumuna sahip olmasıdır. Streptomisinin diğer olası biyolojik silah etkenlerine karşı etkinliği gentamisinden belirgin şekilde daha az olduğu için etken konusunda kesin verilerin olmadığı durumlarda gentamisin tercih edilen ajan olmalıdır.

    Tularemi ile temas sonrasında, inkübasyon döneminde iken streptomisin, gentamisin veya siprofloksasin ile tedaviye başlandığında, tedavi 14 gün devam ettirilirse hastalığın gelişiminin önlendiği bilinmektedir. İnsandan insana geçiş olmadığı için hasta ile temas etmiş kişilere proflaktik antimikrobiyal tedaviye gerek yoktur. Ayrıca, doğal hastalık konakları (tavşan, dağ, tarla faresi, vb) ile olası temas sonrasında kemoproflaksiye gerek olmadığı kabul edilmektedir.

    Bugün için pasif temas öncesi veya sonrası immünoproflaksi sağlayacak immünglobülin mevcut değildir.

    Tularemi hastalarında insandan insana geçiş söz konusu olmadığı için katı izolasyon gerekli değildir. Standart izolasyon kurallarına uyulması yeterlidir. Ancak laboratuar örneklerinde, çok az sayıda mikroorganizma ile hastalık gerçekleşebileceği için laboratuarın uyarılması ve gerekli önlemlerin alınarak çalışılması gerekir. Tularemiden kaybedilen hastaların cenaze işlmlerinde özel önlem alınmasına gerek yokken, otopsi yapılacağında, mikroorganizmaların inhalasyonuna yol açabilecek, kemik kesimi gibi işlemlerden uzak durulmalıdır. Ayrıca, kullanılan çarşaf, pike gibi sarf malzemelerin temizliğinde standart yöntemlerin kullanılması yeterlidir.

    Ortam temizliğinde ve dekontaminasyonunda, çamaşır suyu kullanılması (1:10’luk konsantrasyonlarda ev tipi çamaşır suyu yeterli olacaktır), çamaşır suyunun korazif etki gösterebileceği yüzeylerde, kısa süreli çamaşır suyu uygulamasının arkasından %70’lik alkol kullanılması, hem çamaşır suyunun korazif etkisini önleyecek, hemde etkinliğini artıracaktır.

    #74320
    dilara
    Üye

    Tanım ve Klinik Bilgiler : Francisella tularensis ile oluşan tularemi, etkenin giriş yerinde ülserasyon, bölgesel lenfadenit ve ateşle seyreden, pnömoni, sepsis gibi komplikasyonlar yapabilen, granülamatöz infeksiyonla karakterize, zoonotik bir bakteriyel hastaliktir.

    Tularemi prodromsuz bir hastalıktır. Üşüme ile ateş 38-40 C kadar yükselir. Halsizlik, iştahsizlik, kas ağrıları baş ağrısı vardır. . Bol terleme . Rölatif bradikardi olguların yaklaşık yarısında gözlenir.Olguların büyük çoğunluğu ülseroglangüler formda seyreder (%50-85). Bakteri deriden, kene ısırması veya infekte hayvan ile temasla girer. Giriş yerinde ağrılı papül oluşur. Birkaç gün sonra papül nekroz sonucunda koyu kabuklu ülsere dönüşür. Bölgesel ağrılı lenfadenit gelişir. Bunların bir bölümü flüktasyon gösterir ve fistülüze olurlar.Glandüler formda giriş yeri belli degildir. Hastalik lenfadenit şeklinde seyreder. Bakteri kontamine parmaklar, kontamine su veya aerosol ile bulaşir. Konjonktiva hiperemik ve ödemlidir. Lakrimasyon ve fotofobi vardir. Konjonktivit genellikle tek taraflıdır. Korneal ülser, dakriyosistit gelişebilir. Hastalik görme kaybina yol açabilir.Pnömonik tularemi korkulan bir formdur. Bakterini inhalasyonu veya hematojen yayılım sonucu gelişebilir. Hastalarda ateş, öksürük, ve yan ağrısı vardır.Tifoid formda bakterinin giriş yeri belli degildir. Muhtemelen çok fazla sayida bakteri alindiginda gelişir. Sistemik bulgularla seyreder. Hastalarda üşüme, yüksek ateş, baş agrisi, kusma karin agrisi, diyare, öksürük vardir. Septik şok, hepatit, menenjit, perikardit, pnömoni gelişebilir. Orofarenjiyal formda bakteri infekte su ve gıdalar veya inhalasyonla bulaşır. Ateş şiddetli boğaz ağrısı yakınması olan hastalarda daha çok eksüdatif tonsillit, bazen ülseratif tonsillit saptanır. Ağız mukozasında da ülserler görülebilir. Tek taraflı veya iki taraflı ağrılı servikal lenfadenomagali gelişir.

    Tularemi esas itibariyle doğada, tavşan, fare sıçan gibi kemiricileri ve daha seyrek olarak rakun, opposum, sığır kedi, köpek gibi hayvanları tutarak varlığını sürdüren zoonotik bir infeksiyondur. F.tularensis insanlara infekte hayvan veya onların dokularına direkt temasla veya onları yiyerek ya da infekte kene ve diğer artropodların ağız ifrazatı ve dışkılarını deriye bırakmaları, kontamine tozların inhalasyonu ve kontamine suların içilmesi suretiyle bulaşır.

    Tanı Metodları : Tularemiden şüphelenilmedikçe tani zordur. Etkenin gerek geç üremesi gerekse aşiri bulaşici karakteri nedeniyle laboratuvar çalişmasina büyük özen gösterilmesi gerekir.Kültür yöntemleri: Bakterinin izolasyonu için kontamine örnekler ve floralı bölgelerden yapılan ilk kültürlerinde antibiyotik içeren selektif besiyerlerinin kullanılması izolasyon şansını arttırır. Biyokimyasal idandifikasyonda oksidaz ve katalaz testleri, sitrülin üreidaz oluşturması, glukoz, maltoz,sukroz,gliserol fermantasyonudur. Bakterinin direkt tanısına yönelik olarak geliştirilen polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) kültürle izolasyonu güç olan bu bakterilerin tanımı

    Bakterinin tek bir antijen tipi olması nedeni ile bakteriye karşı oluşan antikorlar,
    aglütinasyon, mikroaglütinasyon ve ELİSA yöntemleri ile güvenli olarak araştırılabilir. Hastalığın ikinci haftasında pozitifleşir ve yıllarca düşük titrede pozitif
    kalırlar.

    Tedavi ve Korunma : Steptomisin Erişkin için 7.5-10 mg/kg IM 12 saat ara ile, çocuklarda 30-40 mg/kg IM iki dozda uygulanabilir. Streptomisin tek dozda da verilebilir. gentamisinde etkilidir. Tetrasiklinler, kloramfenikol ve kinolonlarda önerilmektedir. Tedavi 10-14 gün süreyle yapilir. Streptomisin tetrasiklinlerle beraber uygulanabilir. Menenjit olgularinda streptomisin, kloramfenikol ile kombine edilmektedir.

    F.tularensis çok infeksiyöz olduğu için, etkenle temas etmemek korunmada esastır. Laboratuvarda çalışırken maske ile lastik eldiven kullanılmalıdır.

    #83802
    arnavutlordu
    Katılımcı

    paylasım için tesekkürler

    #84494

    güzel bir konuya değinmişsiniz teşekkürler

    #86086

    Paylaşım için teşekkürler.
    Hastalığı şimdi daha iyi anlıyorum. derste anlatılmıştı ama buradaki daha ayrıntılı olmuş.

    #88508
    erkam78
    Üye

    teşekkürler

    #88664
    rambo22
    Üye

    teşekkürler

    #89235

    saoll eline koluna saglık

    #89238

    GÜZEL PAYLAŞIM TŞK

    #90141

    hımm bilgi için tşk..

    #90325
    6666
    Katılımcı

    Güzel bir calısma olmus acıklama icin tesekkürler

    #90801

    çok teşekkürler

    #101366
    acemi vet
    Katılımcı

    yaa bana değişik ama yaygın bi hastalık adı lazım kanser domuz ve kuş gribi aıds falan olmayacak ama yardım edrseniz çok sevinirim

15 yazı görüntüleniyor - 1 ile 15 arası (toplam 16)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.