- Bu konu 22 yanıt içerir, 1 izleyen vardır ve en son 17 yıl 10 ay önce Mehmet AKIN tarafından güncellenmiştir.
- YazarYazılar
- 23 Kasım 2006: 21:26 #2935Mehmet AKINÜye
Güneş yanığı, kansere sebep olabilir
Her yıl tedbirsiz güneşlenme sebebiyle birçok ölüm vakaları ile karşılaşılıyor. Güneş yanığı belirtileri kısa vadede kendini göstermese de uzun vadede güneş lekelerine, katarakta, ciltte yaşlanmaya, cilt kanserlerine ve kırışıklıklara sebep olabiliyor.
Uzmanların belirttiğine göre, güneş yanığı, çok fazla güneşe maruz kalındığında veya ultraviole ışık kaynağından etkilenildiğinde, vücuda rengini veren ve ışığa karşı cildi koruyucu özellikte olan ‘melalin’ maddesinin bu koruyucu özelliğini zamanla kaybetmesiyle ortaya çıkıyor.
Güneş yanıkları, hassas ciltliler için korkutucu boyutlara ulaşabiliyor. Güneşten çok daha kolay etkilenebiliyorlar ve oluşan yanıkların iyileşme süreci esmer tenlilere göre daha uzun süre alıyor. Çok hassas bir cilde sahip kişiler öğlen güneşinde 15 dakika kalabilirlerken esmer tenliler ise dakikalarca güneşlenebilirler. Ancak korunmak her iki cilt tipi için da şart.
Uzmanlar, güneş yanığı belirtileri kısa vadede kendini göstermese de uzun vadede güneş lekeleri, katarakt, ciltte yaşlanma, cilt kanserleri ve kırışıklıklar meydana gelebildiğine dikkat çekiyor. Güneş yanığının belirtilerinin kızarıklık ile başladığını, daha sonra su toplamalar ve deride soyulmalar oluştuğunu ifade eden uzmanlar, “Ancak, uzun süreli kontrolsüz güneşlenme, kan damarlarına bile zarar verebiliyor” diye uyarıyorlar.
Uzmanlar, işi gereği güneşe çok maruz kalanlara ise şu önerilerde bulunuyor:
“Düzenli olarak cilt bakımı yaptırın. Doğum lekelerinizi sık sık kontrol ettirin. Doğum izlerinizde renk ve boyut değişiklikleri tehlikeli bir durumun sinyalleri olabilir. Güneşe çıkarken koruyuculuk özelliği en az 15’in üzerinde olan kremler sürün. Bol bol sıvı alın. Güneşten koruyucu giysiler, ultraviole filtreli gözlükler kullanın.”
Güneş yanığına karşı soğuk duş almanın ve soğuk kompres uygulamanın yararlı olabileceğini kaydeden uzmanlar, “Eğer cildiniz su topladı ise vücudunuzda açık yara bırakmayın, üzerini steril bandaj yardımı ile kapatın. Hekim önermedikçe Benzokain içeren ilaçlar kullanmayın. Eğer baş dönmesi, yanık bölgesinde çok fazla acı ve yüksek ateş varsa, su dolu kabarcıklar oluşmuşsa mutlaka bir hekime başvurun” diyorlar.
23 Kasım 2006: 21:27 #31998Mehmet AKINÜyeHavuzlardaki klor saçlara zararlı
Uzmanlar, güneşin yaydığı ultraviyole ışınları ile deniz suyundaki tuz ve havuzdaki klorun, saçın en büyük düşmanı olduğunu belirtiyorlar.
İnternet’ten derlenen bilgilere göre uzmanlar, bayanların saç rengini açmak için kullandıkları kimyasal madde olan ‘oryal’in, tüm kadınlar tarafından endişe duyularak kullanıldığını, oysa havuz suyundaki klorun bundan çok daha tehlikeli olduğu vurgulandı. Havuz suyunda bulunan klorun mayoların bile rengini soldurduğuna, saçlarda da renk değişimine, kuruluğa, kırılmalara ve genel yıpranmaya neden olduğunu belirten uzmanlar, buna rağmen kadınların yüzde 99’unun havuza girerken saçlarını
koruyacak bir bone kullanmadıklarına dikkati çekiyorlar.Deniz suyundaki tuz ve güneşteki ultraviyole ışınlarının da tıpkı havuz suyu gibi saça zarar verdiğine işaret eden uzmanlar, tuz ve klorun saça çok çabuk nüfuz ettiği için yıpranmayı da hızlandırdığını belirterek, özellikle uzun süre suda kalınıp, çıktıktan sonra da saçlar duru suyla iyice yıkanmalı yoksa telafisi güç sorunların ortaya çıkabileceği bildiriyorlar.
Öncelikle havuz ya da denizde saçların mutlaka bone ile korunması, sudan çıktıktan hemen sonra da saçın bol duru suyla yıkanması, ayrıca, fön çekerken ya da çektirirken makinenin sıcaklık derecesinin yükseltilmemesi öneriliyor. Fönün sıcak ayarı ne kadar yüksek olursa saçtaki yıpranmanın da o kadar hızlı olacağına işaret eden uzmanlar, yaz – kış saçların 36 dereceden yüksek ısıdaki su ile yıkanmaması ve yıkandıktan sonra da uzun süre ıslak bırakılmaması gerektiğine dikkat çekiyorlar.
23 Kasım 2006: 21:27 #31999Mehmet AKINÜyeUzmanlar, uzun süren tatilin ardından iş yaşamına alışmada uyum güçlüğü yaşandığını belirtiyor. Hafta sonu tatili sendromuna benzer özellikler gösteren ruh hali, işini sevmeyen kişilerde daha travmatik olarak kendini gösteriyor. Uzmanlar, tatil dönüşünde uyum güçlüğünü aşmak için, ‘kendinize nefes alma zamanları ayırın’ önerisinde bulunuyor.
Yoğun iş temposundan uzaklaşıp uzun yaz tatiline ‘merhaba’ diyen günümüz insanı, işe dönüşte çeşitli sorunlar yaşıyor. Özellikle şehir dışında geçen tatil, kent yaşamına ve iş yerindeki rutin işlere dönüşte depresif duygu durumuna neden oluyor.
Akdeniz Üniversitesi Sağlık Kültür Spor Dairesi Başkanlığı’ndan Uzman Psikolog Elif Yazar, psikolojik olarak kendisini, dinlenmeye ve eğlenmeye yönlendiren kişide tatil dönüşü depresif duygu durumu gözlendiğini belirtti. Yaz tatiline hiç bitmeyecekmiş duygusuyla başlanmamasını önerdiklerini söyleyen Elif Yazar, “Psikolojik olarak kendinizi tatil durumuna kaptırmayın önerisinde bulunuyoruz. Tatile, ‘bu benim dinlenmem için bir vesile, yapamadıklarını yapmak için bir fırsat’ düşüncesiyle başlamak daha doğru” dedi. İlk iş günü öncesinde, eve ve kent yaşamına alışmanın faydalı olacağını söyleyen Yazar, “Şehir dışından gelerek hemen çalışmaya başlamak, uyumu zorlaştıracaktır. İşe dönüşten önce ev ve kent yaşamına dönüş yapılmalı. İlk mesai gününden bir kaç gün önce yapacağımız işleri programlamalıyız. Ağır iş temposuna gözümüz kapalı girmek yerine önce bize zor gelmeyecek işlerden başlamalı adım adım ilerlemeliyiz” diye konuştu.
Beslenme alışkanlığının tatil süresinde değiştirilmemesi gerektiğini söyleyen Elif Yazar, “Tatilde yeme-içme abartılıyor. İnsanlar, ‘nasıl olsa tatildeyim’ düşüncesiyle rutin yaşamındaki beslenme alışkanlığını değiştiriyor. Biz beslenme düzenini bozmama önerisinde bulunuyoruz. Tatil dönüşünde ise bize mutluluk hormonu sağlayacak, sebze ve meyve ağırlıklı bir beslenme öneriyoruz. İşe başladıktan sonra öğle ve akşam saatlerinde hoşa giden etkinliklerde bulunulmalı. Açık havada zaman geçirilmeli, kişiler kendilerine nefes almak için zaman ayırmalı” dedi.
23 Kasım 2006: 21:29 #32000Mehmet AKINÜyeMargarin ve Tereyağı arasındaki farkı biliyor musunuz?
Lütfen sonuna kadar okuyun…. Çok ilginç.
· Her ikisi de hemen hemen aynı kaloriye sahiptir.
· Tereyağı çok az daha fazla doymuş yağ oranına sahiptir. 8 grama 5 gram.
· Harvard Tıp Fakültesinin çalışmasına gore tereyağı ile karşılaştırılınca margarin yemek kadınlarda kalp hastalığına yakalanma olasılığını %53 artırıyor.
· Tereyağı yemek yiyeceklerdeki diğer besin öğelerinin emilimini artırıyor. Tereyağının besinsel değeri yüksek olmasına rağmen margarinin çok düşüktür. Çünkü katkılıdır.
· Tereyağı margarinden çok daha lezzetlidir ve diğer yiyeceklerdeki tadları zenginleştirir. Tereyağı yüzyıllardır bilindiği halde margarin 100 yıldan az bir süredir yapılmaktadır.
Ve şimdi margarine gelelim…
· Yağ asitleri çok yüksektir…
· Koroner kalp hastalığı riskini üçe katlar…
· Toplam kolesterolü ve LDL’yi yükseltir. (Kötü kolesterol)
· HDL’yi düşürür. (iyi kolesterol)
· Kanser riskini beş katına çıkarır…
· Anne sütünün kalitesini düşürür…
· Bağışıklık sistemini zayıflatır…
· İnsülin tepkisini düşürür.
İŞTE EN İLGİNÇ KISMI!
· Margarin plastikten yalnızca 1 molekül farklıdır.
İşte bu gerçek beni hayatım boyunca bir daha margarin ve diğer hidrojene yiyecekleri yemekten alıkoymuştur .. (Hidrojene demek moleküler yapısına hidrojen eklenmiş demektir.) Kendiniz de deneyebilirsiniz: Bir paket margarine alın ve gölge bir yere koyun. İki gün içinde şunları gözlemleyeceksiniz. Üzerinde bir tane bile sinek yok! (Bu size birşeyler anlatmalı.)
Çürümemiş ve kötü kokmamıştır. Çünkü hiçbir besin değeri yoktur ve üzerinde hiçbir şey gelişmez. Hatta mikro organizmalar bile yerleşmez. Neden? Çünkü nerdeyse plastiktir. Evdeki plastik kablonuzu eritip de tostunuza surer misiniz?
23 Kasım 2006: 21:29 #32001Mehmet AKINÜyeSağlık Bakanlığı, besinleri satın alma, hazırlama, pişirme, depolama konusunda vatandaşları uyardı.
Sağlık Bakanlığı’nın internet sitesinde yer alan bilgilere göre, alışverişe çıkmadan önce satın alınacak besinler için bir liste hazırlaması gerektiği ve listede seçeneklere yer verilmesi gerektiği ifade edildi. Besinlerin günlük, haftalık ve aylık olarak sınıflandırılması gerektiği belirtilen açıklamada, kısa süre içinde fazla besin alınmaması gerektiği vurgulandı. Beslenmeye ayrılan paranın önceden belirlenmesinin önemli olduğu ifade edildiği açıklamada, besinlerin değişik yerlerdeki fiyatlarının araştırılmasının gerektiği kaydedildi. Düşük gelirli ailelerin, enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ucuz olan tahılların yanında bir miktar kuru baklagil ve yumurta satın alarak enerji ve protein yönünden dengeli bir beslenme yapmaları tavsiye edildi.
Fazla yağlı besinlerin tercih edilmemesinin tavsiye edildiği açıklamada, özellikle yağsız kırmızı etin kullanılması gerektiği vurgulandı. Sağlıklı yaşam için az miktarda tuz kullanılması gerektiği belirtilen açıklamada, doğal sebze ve taze besinlerin tercih edilmesi, fazla miktarda katkı maddesi içeren besinlerden kaçınılmasının önemli olduğu bildirildi. Hazır meyve suları, gazoz, kolalı içecekler yerine besleyici değeri daha yüksek olan taze sıkılmış meyve suları, ayran, limonun tercih edilmesi tavsiye edildi.
HAZIRLAMA VE PİŞİRMENİN PÜF NOKTALARI
Alışveriş sonrası satılan alınan gıda maddelerinin sağlıklı bir şekilde hazırlamasının önemli olduğunun kaydedildiği açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
“Ekmek, çörek, kurabiye yapmak için hamurun mayalandırılması besleyici değerini artırır. Beyaz ekmek yapmak için buğday tanesinin, kepek ve özünün iyice ayrılması besleyici değerini azaltır. Tarhana, yoğurt ve unun karışımıyla mayalandırılarak yapıldığından, besleyici değeri yüksektir. Pişirirken içine pişmiş nohut, mercimek, havuç eklenmesi değerini daha da artırır. Tarhana güneşte kurutulursa, süt ve yoğurt aydınlık yerde bekletilirse vitamin B2, vitamin B6 ve folik asit değerleri azalır. Yumurta, süt, yoğurt, peynir ve tahinle yapılan tatlıların besleyici değerleri, sadece un, yağ, şeker kullanılarak yapılanlardan üstündür. Şeker yerine pekmez kullanılması, besleyici değerini daha da artırır. Sütlü tatlı yaparken şeker önceden konulmalıdır. Birlikte yüksek sıcaklıkta pişirilirse, protein değeri azalır. Kuru fasulye, nohut, mercimek gibi besinler iyi pişirildiğinde sindirimi kolaylaşır ve böylelikle protein değeri artar. Yumurta çiğ yenirse ya da sarısının etrafı yeşillenecek kadar hızlı ateşte, uzun süre pişirilirse, besleyici değeri azalır. Yeşil ve sarı sebzelerden yapılan salatalara limon veya sirke eklenir, bekletilirse A ve C vitamini değeri azalır. Sebzeler doğrandıktan sonra bekletilirse ve haşlama, pişme suları atılırsa, vitamin ve mineralleri azalır. Meyveler kesildikten ya da suyu sıkıldıktan sonra bekletilirse C vitamini değeri azalır. Hatta sıkılmış meyve suları buzdolabında bekletilirse vitamin değeri azalır. Süt yarım saat gibi uzun süre kaynatılırsa vitaminleri azalır. Pastörize ve sterilize edilmemiş süt kabarınca ateşten alınırsa, mikropları ölmez. Süt kabardıktan sonra karıştırılarak 4-5 dakika kaynatılıp hemen soğutulur. Cam kavanozda buzdolabında 1-2 gün saklanır. Yağ yakıldıktan sonra yemeğe konursa, sağlığa zararlı duruma gelir. Yoğurdun yeşilimsi suyu atılırsa vitamin değeri azalır. Ayrıca yoğurt torbaya konup süzülür ve süzülen suyu atılırsa vitamin kaybı olur. Kapakları-hafif de olsa- içe veya dışa doğru bombaj yapmış konserveler sağlık için son derece zararlıdır.”
BESİNLERİ SAKLAMA KURALLARI
Bazı besinlerin kısa zamanda kullanılmasının olanaksız olduğunun bildirildiği açıklamada, bazı besinlerin çeşitli işlemlere tabi tutarak uzun süre değerinden ve lezzetinden kaybettirmeden saklamanın zorunlu olduğu kaydedildi. Taze besinlerin, hasat edilmelerinden itibaren mikroorganizma ve enzimlerin etkisine maruz kaldığının ifade edildiği açıklamada, şu bilgilere yer verildi:
“Besini mikroorganizmaların etkisinden koruyabilmek ve enzim faaliyetlerini durdurabilecek bir ortam oluşturmak zorunluluğu vardır. Mikroorganizma ve enzimler belirli bir sıcaklık derecesinde faaliyet gösterdiklerine göre besinler soğuk yerde saklanırsa, tazeliklerini koruyabilirler. Besinlerin saklanabileceği buzdolapları, soğuk hava depoları ve dondurma araçları veya yerleri yapılmıştır. Bu gibi yerlerde besinlerin bozulmadan saklanma süresi dolabın veya deponun ısı derecesine bağlıdır. Taze sebzeler bekletilmez, tereyağı ve benzeri kahvaltılık margarinlerde nem miktarı fazla olduğundan kolay bozulurlar. Bu bakımdan buzdolabında saklanması gereklidir. Patates, karanlık, serin, kuru ve hava akımı olmayan yerlerde saklanır. Işık, patatesin renginin yeşile dönmesine neden olabilir. Soğan için en iyi saklama ortamı kuru, hava akımı olan serin yerdir. Kuru besinler serin, karanlık, kuru ve havalandırılabilen yerlerde saklanır. Kuru besinlerin saklandığı yerin nemli olması küflerin çoğalmasına neden olur. Besinler mümkünse raflarda, yerden yukarıda, ağzı kapalı kaplarda birbirlerine benzeyenler bir araya konmak suretiyle saklanmalıdır.”
23 Kasım 2006: 21:29 #32002Mehmet AKINÜyeİspanya’da yapılan bir araştırma ile kandaki kolestrolü düşürmek için kullanılan bazı kalp ilaçlarının HIV virüsünün etkilerini yavaşlattığı tespit edildi.
BBC’de yayınlanan habere göre, İspanyol Bilim Araştırmaları Konseyi laboratuarlarında gerçekleştirilen deneylerde, HIV virüsü taşıyan 6 hastaya, bir ay boyunca, kandaki yüksek kolestrole bağlı kalp krizi riskini düşürmeye yardımcı olan ‘statin’ türü kalp ilaçları verildi.
Deney sonucunda, deneklerdeki HIV virüsü sayısının azaldığı görüldü. Ancak ilaçların alınmaması halinde virüsün yeniden çoğalmaya başladığı da tespit edildi.
Bulgular sonucunda uzmanlar, piyasada bol bulunan ‘statin’ türü ilaçların AIDS’le mücadele için ucuz bir silah olabileceği kanaatine vardı.
23 Kasım 2006: 21:30 #32003Mehmet AKINÜyeAğız kanserlerinin çoğunluğunun 45 yaşın üzerinde ortaya çıktığı ve erkeklerde oluşma olasılığının kadınlara oranla iki kat fazla olduğu bildirildi.
Türk Dişhekimleri Birliği’nden (TDB) alınan bilgiye göre, ağız kanserlerinin oluştuğu bölgeler sıklıkla dil, ağız tabanı, dil köküne yakın yumuşak damak alanları, dudaklar ve dişetleri. Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformiteleri, hatta ölümlere neden olabiliyor.
TDB, dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesinin ağız kanserlerinin erken dönemde tespit edilmesi açısından çok önemli olduğunun altını çizerek, “Ağız kanserlerinin kesin nedeni tam olarak bilinmez. Bununla beraber, tütün ürünleri, alkol ve besinlerdeki bazı maddeler ve fazla güneş ışığına maruz kalınması gibi faktörlerin ağız kanseri riskini arttırdığı öne sürülüyor. Uzmanlar genetik yatkınlığı da ağız kanserleri için risk faktörleri arasında gösteriyor” değerlendirmesini yaptı.
AĞIZ KANSERİNİN MUHTEMEL BELİRTİLERİ:
– Ağız içinde veya etrafında beyaz veya kırmızı renkli alanlar
– Ağız içinde hassas, tahriş olmuş, kabarık veya kalınlaşmış alanların olması
– Ağızda veya boğazda tekrarlayan kanamalar
– Seste boğukluk veya boğazda yutulamayan cisim hissi
– Çiğneme ve yutma güçlüğü
– Dil ve çene hareketlerinde zorlanma
– Dil veya ağızın diğer bölgelerinde his kaybı, uyuşukluk
– Alt veya üst çenede meydana gelen şişlikler ve bunun sonucu mevcut protez uyumunun bozulması
– Ağız kanseri lezyonları başlangıç döneminde ağrısızdır, kanser ilerleyerek sağlıklı ağız dokularında harabiyet oluşturdukça ağrı şikayeti de başlar. Kişinin kendinin ağız
kanserini farketmesi güç olabilir. Bu nedenle düzenli dişhekimine gidilmesi son derece önemlidir.23 Kasım 2006: 21:30 #32004Mehmet AKINÜyeMemorial Hastanesi Medikal Estetik ve Zayıflama Merkezi’nde görevli Opr.Dr.Kemal Uğurlu saç dökülmesi ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Estetik görünümde çok önemli bir yer tutan saçın kaybı kişide yaşlanma duygusu yaratmakta, vücudundan birşeylerin eksildiği düşüncesi insanlari mutsuz etmektedir. Erkeklerde daha sık olmasına rağmen kadınlarda da görülmekte ve psikolojik etkisi çok daha fazla olmaktadır.
SAÇ DÖKÜLMESİNİN NEDENLERİ
Saç dökülmeleri kansızlık, beslenme bozuklukları, vitamin eksiklikleri, ağır hastalıklar, hormonal düzensizlikler ve bazı ilaç kullanımlarından sonra görülebilirse de genelde bir nedene bağlanamaz. Ailesel yatkınlık, stres, mantar enfeksiyonları ve kalitesiz bakım ürünlerinin kullanılması dökülmeyi etkileyerek arttırabilmektedir.
Saç dökülme alanları erkeklerde başınn ön, üst ve tepe kısmında görülür ve degişik genişlikte olabilir. Çoğu kişide ileri yaşlara kadar başın her iki yanında ve ensede dökülmeyen alanlar kalır.
Kadınlarda ise yaygın seyrelme tarzında dökülmeye daha sık rastlanır bölgesel dökülme nadir olarak görülür.
Saç dökülmesi otuzlu yaşlara doğru başlar ve elli yaşın üstünde erkek nüfusunun hemen hemen yarısında görülür. Başlama yaşı nekadar erken olursa dökülme o kadar fazla ve genis alanda olur.
DÖKÜLMEYİ DURDURAN YADA YENİDEN SAÇ ÇIKARTAN TEDAVİ VAR MIDIR ?
Vücudun diger hücreleri gibi saç hücrelerininde genetik olarak şifrelenmis bir ömrü vardır. Dökülen saçların ömürlerinin kısa olarak planlandıgı düşünülür. Bazı ilaçlarla bu dökülmeye başlayan saçların hücrelerinin ömrü uzatılmaya çalısılmaktadır. Ancak bu ilaçlar kullanıldığı dönemde kısmen etkili olmakta ilacın kesilmesi ile eski dökülme durumuna geri dönülmektedir. Uzun zaman önce saçın dökülmüş olduğu bölgelerde etkili olan bir ilaç ise henüz bulunamamıştır.
SAÇ EKİMİ
Günümüzde teknolojinin gelişmesi ile birlikte estetik cerrahinin tüm bölümleri gibi saç ekim tekniğide çok gelişmiş ve mükemmel sonuçlar alınır hale gelinmiştir. Eskiden içerisinde 5-6 saç hücresi bulunan dokularla (makro greftlerle) yapılan saç ekimleri doğal olmayan görünüm yaratmaktaydı. Günümüzde saç ekimi artık mikro greft tekniği olarak bilinen 1-2 kıl hücresinin ekimi şeklinde yapılmaktadır.
Saç ekiminde en önemli kriter saç ekimi yapılacak alanla, saçın alındığı alan arasındaki orandır. Tüm saçın 3 de 1 ve daha az oranındaki dökülmelerinde saç ekimi ile elde edilecek estetik sonuçlar çok iyidir. Daha geniş alanlardaki dökülmelerde alanın genişliğine bağlı olarak estetik başarı düsmekte, ekim sonrası elde edilen saç yoğunluğu biraz daha az olmaktadır. Başarıyı etkileyen önemli bir diğer etkende ekibin tecrübesidir. Saçın ekim yönü, açısı, yoğunluğu ve hücrelerin efektif dağılımı estetik görünümü çok etkiler.
23 Kasım 2006: 21:30 #32005Mehmet AKINÜyeABD’li bilim adamları, koyu renkli ekmek yemenin kalp sağlığını koruduğunu ortaya çıkardı.
Seattle kentindeki Kardiyovasküler Sağlık Araştırma Birimi’nde görevli Dr. Dariush Mozaffarian başkanlığındaki araştırma ekibi, 70 yaşın üzerinde olan ve hayatı boyunca hiç kalp-damar rahatsızlığı geçirmemiş üç bin 588 kişi üzerinde yaklaşık dokuz yıl süren bir araştırma yaptı. İnternetteki ailem.com sitesinde yer alan yazıda, bu konudaki araştırmanın sonuçlarının ilginç bir gerçeği ortaya çıkardığı belirtildi. Araştırmanın sonuçlarına göre, kalp ve damar hastalıkları riskinin günde 6,3 gram tahıl lifi tüketen kişilerde, günde 1,7 gramdan az tahıl lifi tüketen kişilere göre yüzde 21 oranında daha düşük olduğu saptandı. Dr. Mozaffarian öncülüğündeki bilim adamları, yemek yerken daha çok koyu renkli ekmeğin tercih edilmesi gerektiğine dikkat çekerken, sebze ve meyve liflerinin ise herhangi bir olumlu etkisinin tespit edilmediğine işaret ettiler.23 Kasım 2006: 21:31 #32006Mehmet AKINÜyeFransa Kretey Ulusal Tıp Araştırmaları Enstitüsü Doktorlarından Anselme Perrier yaptığı araştırmalarda kürtajla alınan ceninlerden elde edilen insan beyin nöronu kök hücrelerinin Parkinson hastalığı için bir tedavi yolu olduğunu ortaya koydu.
Uzun zamandır araştırmalarını sürdüren ve Parkinson hastalığı’na tedavi yöntemi arayışında olan Anselme Perrier, kürtajla alınan ceninlerden elde edilen insan beyin nöronu kök hücreleriyle, Parkinson hastalığı’na yol açan sorunu çözebileceği sonucuna vardı. Perrier, kök hücreden üretilen beyin nöronunun, Parkinson hastalığıyla beynin yitirdiği kimyasalları ayır detme fonksiyonunu yeniden sağlayabildiğine vurguladı. Bilimsel alanda bir kilometre taşı olarak kabul edilen bu yeni bulgu, cenin kaynaklı kök hücrenin Parkinson’lu hastaların beyinlerine aşılanabileceğini de ortaya koyuyor. Ancak yeni olan bu buluş, Parkinson hastalarına kısa vadede bir tedavi olanağı da sağlayamazken, araştırmaların geliştirilmesi ve yasal izinlerin sağlanması için gerekli çalışmaların başlatılacağı vurgulandı.23 Kasım 2006: 21:31 #32007Mehmet AKINÜyeSağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi ile Ankara İl Sağlık Müdürlüğü Kanser Kayıt, İstatistik ve Eğitim Birimi’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği kanser araştırması Türkiye’deki kanser vakalarına ilişkin çarpıcı gerçekleri su yüzüne çıkardı.
Araştırmaya göre 1999 yılında sekiz bin 879 olan kanserli sayısı 2003 yılında üç bin 893 artarak 12 bin 772’ye yükseldi. Erkeklerde en çok akciğer, mide, mesane, prostat ve kolon, kadınlarda ise meme, over, mide, kolon ve akciğer kanseri görülüyor.
Ankara İl sağlık Müdürlüğü’nün yayın organı, “Sağlığın Başkenti” dergisinde yayınlanan araştırma sonuçlarına göre, 1999 yılında sekiz bin 879, 2000 yılında sekiz bin 613, 2001 yılında dokuz bin 054, 2002 yılında 10 bin 971 ve 2003 yılında 12 bin 772 kanserli hasta tespit edildi. 2003 yılında ‘bildirimi yapılan’ kanser vakalarının yaş ve cinsiyete göre istatistikleri şöyle:
“0-4 yaş: Erkek 102, Kadın: 85,Toplam: 187
5-9 yaş: Erkek 103, Kadın: 64, Toplam: 167
10-14 yaş: Erkek 83, Kadın: 70, Toplam: 153
15-19 yaş: Erkek 112, Kadın: 82, Toplam: 194
20-24 yaş: Erkek 181, Kadın: 114, Toplam: 295
25-29 yaş: Erkek 175, Kadın: 150, Toplam: 325
30-34 yaş: Erkek 203, Kadın: 267, Toplam: 470
35-39 yaş: Erkek 233, Kadın: 390, Toplam: 623
40-44 yaş: Erkek 443, Kadın: 531, Toplam: 974
45-49 yaş: Erkek 585, Kadın: 635, Toplam: 1220
50-54 yaş: Erkek 935, Kadın: 772, Toplam: 1707
55-59 yaş: Erkek 803, Kadın: 592, Toplam: 1395
60-64 yaş: Erkek 841, Kadın: 623, Toplam: 1464
65 ve üstü: Erkek İki bin 112, Kadın: Bin 436, Toplam: 3548
Genel toplam: Erkek Altı bin 911, Kadın: Beş bin 811, Toplam: 12 bin 772″.
23 Kasım 2006: 21:32 #32008Mehmet AKINÜyeÇocukluk döneminde süt dişlerin değişip, kalıcı dişlerin gelmeye başlamasıyla pek çok çocukta çapraşıklıkların yaşandığı bildirildi.
Türk Dişhekimleri Birliği’nin (TBD) web sitesinde yer alan bilgilere göre, bir çok anne ve baba, “Çocuğumun dişleri eğri geldi” endişeyle dişhekimine başvuruyor. Bu durumun en büyük nedeninin ‘kalıtım’ olduğunu belirten uzmanlar, zamanında alınmayan bazı önlemlerin de çapraşıklara yol açtığını ifade ettiler.
Genetik olarak çocukta çene boyutuyla dişlerin genişlikleri arasında uyumsuzluk olması ya da çenelerin gelişmesini olumsuz yönde etkileyen solunum yolu problemlerinin dişlerde çapraşıklığıklara yol açtığını anlatan uzmanlar, “Çocuğunuzun burun yollarındaki solunumu engelleyen faktörler öncelikle üst çenenin daha sonrada alt çenenin normal büyümesini etkileyerek dişlerin düzgün sıralanmasına engel olurlar. Bu durumda mutlaka uzman bir dişhekiminin müdahalesi gerekir” diye konuştular.
Dişlerdeki çapraşıklığın bir diğer nedeninin de süt dişlerinin normal değişme zamanı gelmeden çekilmesi olduğuna dikkati çeken uzmanlar, şunları kaydetti:
“‘Nasıl olsa yerine yenisi gelecek’ düşüncesiyle tedavi edilebilir düzeydeki süt dişlerinin çekimi son derece hatalıdır. Çünkü bu dişler altlarından gelecek kalıcı dişlerin yerini koruyarak çapraşıklıkları önlerler. Bir süt dişi zamanından önce çekilirse yandaki dişler çekilen dişin boşluğına doğru kayar. Alttan gelecek kalıcı dişin süreceği yeri kapatır, kalıcı diş bulabildiği boşluktan sürmeye çalışır yada gömülü kalır. Her iki durumda da diş sisteminin dengesi bozulur ve çapraşıklıklar gözlenir. Süt dişlerini ara yüzlerinde görülen çürükler zamanında tedavi edilmezse yandaki dişler çürüyen, kayıp diş dokusu kadar boşluğa kayar. Çapraşıklıkların bir diğer nedeni de budur. İşte bu nedenlerden dolayı süt dişlerinde görülen çürüklerin tedavisi son derece önemlidir”.
Dişlerin düzgün sıralanmasının sadece estetik açıdan önemli olmadığını anlatan uzmanlar, dişlerdeki çapraşıklıkların bu bölgelerin temizlenmesi güç olacağından çürüklere, dişeti hastalıklarına ve eklem ağrılarına neden olabileceğini belirttiler. Çapraşık dişlerin her yaşta değişik tedavi yöntemleriyle ortodontistler tarafından tedavi edilebildiğini söyleyen uzmanlar, “Ancak bu tür tedaviler oldukça pahalıdır. Bu nedenle çürüyen süt dişlerinin çekiminden çok tedavisi yoluna gitmek daha da önemlisi iyi bir ağız bakımıyla dişleri sağlıklı olarak ağızda tutmak en doğru yöntem olacaktır” şeklinde konuştular.
23 Kasım 2006: 21:32 #32009Mehmet AKINÜyeBalık ve diğer su ürünlerinin zehirlenerek ölüme sebep olduğunu belirten uzmanlar, bu konuda vatandaşları uyardı.
Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürü Uzman Veteriner Hekim İsmail Aydın, kurumlarında balık ve diğer su ürünleri hastalıklarıyla ilgili kapsamlı araştırma ve teşhis yaptıklarını belirterek, vatandaşların balık zehirlenmelerine karşı dikkatli olmasını istedi. Balık hastalıklarının Türkiye için yeni bir konu olduğunu ve bu konuda bilgi birikimi bulunmadığını kaydeden Aydın, bu alandaki çalışmalara hız verilmesi gerektiğini söyledi.Enstitü hizmet bölgesinde kültür balıkçılığının diğer bölgelere nazaran daha hızlı geliştiğini ve bölgede yaklaşık 170 işletme bulunduğunu ifade eden Aydın, “Bu işletmeler, enstitü uzmanlarının kontrolünde. Kurum uzmanları, balık hastalıkları konusunda araştırma yapıyor. Balık işletmelerinin sorunlarının çözülmesinde bilimsel verilere göre hareket ediyoruz. Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre, balık çiftliklerinde özellikle Yersiniozis hastalığı çok yaygın. Bununla birlikte Vibrio, Aeromonas, Pseudomas, Edwardsiella ve Mixobacter infeksiyonları da tespit edildi. Suya karışan sanayi atıkları suyun kalitesini bozarak özellikle bakır, çinko ve civa zehirlenmesine yol açıyor. Yağmur suları, suda kurşun birikimine sebep olduğu için kurşun zehirlenmesi meydana getiriyor. Sağlıklı beslenmek için beyaz et tüketimi önemli. Ancak, özellikle balık ve deniz ürünlerinin bilinçli tüketilmesi, sağlıklı muhafaza edilmiş ve ambalajlanmış, orijini bilinen, kontrolü yapılmış, hijyenik su ürünlerinin tüketilmesi gerekiyor” dedi.
“MİDYE ZEHİRLEMESİ ÖLDÜRÜYOR”
Kirli sularda avlanan balık, midye ve diğer su ürünlerinin insan sağlığına zarar verdiğini ifade eden İsmail Aydın, “Kabuklu deniz hayvanları, insanlarda ishalle birlikte seyreden tehlikeli yiyecek zehirlenmelerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Havaların ısınmasıyla birlikte risk faktörü daha da artmaktadır. Bu durum halk nazarında bu ürünlere karşı güvenin sarsılmasına ve tüketimin azalmasına sebep olmaktadır. Yeterince işlem görmemiş ya da çiğ olarak tüketilen deniz kabuklularının tüketimini takiben zehirlenme belirtileri ortaya çıkabilmektedir. Bu deniz canlılarının besinleri süzerek, ağır ağır yemesi nedeniyle, lağım sularıyla kirlenmiş sulardan yüksek miktarda mikrop ve atık madde (toksinleri) almalarına ve vücutlarında biriktirmelerine yol açar. Kabuklu deniz hayvanları, iyi pişirilmesine rağmen iç organlardaki patojenler yeterli şekilde yok edilemeyebilir. Toksin birikimi de yüksek ısıyla yok edilemez. Çok düşük miktarlarda, mide ve bağırsaklar için zararlı ürünler gıdalarda kalabilir ve bu ürünler tüketimi takiben hastalıklara neden olurlar. Bazı midye türleri de yendikleri zaman toksik etki gösterebilir (Mytilus edulus ve Modiola modiolus cinsi midyeler)” dedi.Midye zehirlenmelerinde, zehirlenme belirtisi olarak aşırı duyarlılık ve felç, parmak uçlarında iğne batması gibi karıncalanma hissi, dudaklarda sızlama ve uyuşukluk hissedildiğini söyleyen veteriner hekim Aydın, “Sersemlik, uyuklama, boğazda sıkışma ve kuruluk, bazı vakalarda konuşmada bozukluk vardır. Ağır vakalarda ölüm solunum yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Toksin ihtiva eden midyelerden 4-5 tanesinin yenmesiyle bile ölüm meydana gelebilir. Bu toksinin çok kuvvetli bir zehir olan potasyum siyanürden 50 kez daha güçlü olduğu bildirilmiştir. Midye yendikten sonra bir rahatsızlık hissedilmesi halinde, gecikmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Midye zehirlenmesi olayları ABD, Fransa, İrlanda, İngiltere ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde sık meydana geliyor. Ülkemizde midye zehirlenmesinin gelişmiş ülkelere oranla daha az görülmesinin sebebi, dini inanış boyutuna paralel olarak daha az tüketilmesinden kaynaklanmaktadır” diye konuştu.
“BOZULAN BALIKTA 12 SAAT İÇİNDE 68 MİLYAR BAKTERİ OLUŞUYOR”
Sahillerde yaşayan birçok deniz hayvanının toksin ihtiva ettiğini ifade eden Aydın, “İnsanlar bazı balıklara temas etmekle de zehirlenebilir. Bu balıkların yüzgeçleri birtakım dikenler ihtiva eder. Dikenin kaidesindeki kesede bulunan zehir, kesenin kanalı vasıtasıyla dikenin açtığı yaraya boşaltılır. Memleketimizde bulunan bu nevi balıklar: tarakonya, çarpan balık, kum tarakonyası, varsan balığı, rina balığı, iğneli vatoz balığı, tırpana balığı, kazık kuyruğu balığı, folya balığı, tatlı su levreği gibi balıklardır. Doğal olarak toksin ihtiva eden bir tek balığın bile yenmesi, ölüme sebep olabilir. Balıkçılık sektöründeki sorunlardan bir tanesi de çiftliklerde bilinçsiz kimyasal madde ve ilaç kullanımı sonucu oluşan ilaç kalıntısı birikimidir. Avrupa Birliği ülkeleri, ithal ettikleri su ürünlerinde ilaç kalıntısı için belli bir standart getirmişlerdir. Balıkların yaşadıkları ortamda yeterli sayıda hastalık etkeni bulunursa, balıklarda yaralanma, organ bozuklukları, zayıflama ve stres gibi faktörlerle birlikte hem balığın kendi sağlığını bozan, hem de kesim sonrası balık etinin değerini düşüren hastalıklar meydana gelir” şeklinde konuştu.
Balık etinin protein yönünden zengin olduğunu vurgulayan, ancak balık çiftliklerinin hijyenik olması gerektiğini vurgulayan Aydın, “Uygun şartlarda balık vücudunda bir bakteri her 20 dakikada bir çoğalmaktadır. Periyodik olarak çoğalan bir bakteri hücresinden 12 saat sonra 68 milyar adet bakteri meydana geldiği dikkate alınırsa, bozulmaya uğramış bir balık etini yiyen kişinin ne kadar risk altında olduğu anlaşılır” dedi.Deniz ürünleri pişirilirken ortaya çıkan dumanın solunmasının, astım, rinitis, larenks ödemi veya rinokonjuktivitise sebebiyet verdiğini hatırlatan İsmail Aydın, daha sonra şunları söyledi:
“Balık alerjileri, sindirimi takiben en erken 2 dakikada ortaya çıkabilir. Deniz ürünleri alerjilerinin belirtileri de genellikle 1 saat içinde ortaya çıkar. İnsanlarda deniz ürünleri anafilaktik şoka sebep olabilir. Bazı bakteriler orkinos, uskumru, palamut gibi balık türlerinde toksin oluşturur. Bu balıkların yenmesiyle balık zehirlenmesi meydana gelir. Bazı deniz kamçılıları da toksin üretebilirler. Balıkların bazı türleri, bu toksik kamçılıları tükettikten sonra insanlar için zehirli hale gelir. Bu toksinler balığın iç organlarında, kafasında ya da merkezi sinir siteminde depolanır. “
Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nün bölge enstitüsü olduğunu kaydeden İsmail Aydın, Samsun, Sinop, Amasya, Tokat, Sivas, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize’den oluşan toplam 9 ile hizmet götürdüklerini, balık hastalıklarıyla ilgili kapsamlı araştırma ve teşhis yapılabilen bir alt yapıya sahip olduklarını sözlerine ekledi.
23 Kasım 2006: 21:33 #32010Mehmet AKINÜyeSıtmaya karşı doktorlar grubu tarafından Hindistan’daki laboratuarlarda geliştirilen ‘OZ’ adındaki ilaç, hastalığın ‘kesin çözümü’ olarak görülüyor.
Hindistan’daki laboratuarlarda geliştirilen ve tıp çevrelerinde sıtma ile mücadelede bir devrim olarak nitelendirilen OZ, Çin’de çeşitli hastalıkların önlenmesinde kullanılan
bitkisel ilaçlardan ‘Artemisinin’ adlı anti sıtma maddesi içeriyor. Doktorlar tarafından sentetik olarak geliştirilen OZ, Artemisinin maddesinin bitkisel versiyonuna da gereksinim duymadığı için çok daha ucuz olarak satılacağı belirtiliyor. Hindistan’da sıtma hastalığı olan insanlar üzerinde denenen ilacın başarılı sonuç verdiği ve hastalığı tamamen kuruttuğu ve hiçbir iz ve ya bulgu bırakmadığı saptandı.Hindistanlı doktorların sağlık dünyasına hediye ettiği yeni sıtma ilacı OZ, 2005 Ocak ayından itibaren test kullanımına girecek.
23 Kasım 2006: 21:33 #32011Mehmet AKINÜyeHemen hemen herkesin zaman zaman yaşadığı uykusuzluk sorunundan, basit birtakım önlemlerle kurtulunabiliniyor.
Türk Psikiyatri Derneği’nin internet sitesi ‘Psikonet’te yer alan bilgilere göre, özellikle kabul gören kişilerde görülen uykusuzluk sorunu, uyandıktan sonra tekrar uykuya dalmakta güçlük ve sabah yeterince dinlenmemiş olarak uyanmak şeklinde kişide sıkıntı meydana getirir. Uzmanlar kötü bir uykuyu, düzensiz bir uyuma alışkanlığı, gün içinde kısa uykular, kafein içeren maddeler, rahatsız yatak, odanın çok sıcak ya da çok soğuk olması, aşırı gürültü ile günlük hayatta yaşanan gerilim ve endişelere bağlıyorlar. Ancak birkaç basit önlemle uykusuzluk sorununu çözmek ve uykuyu geliştirmek mümkün. Psikologların sunduğu öneriler ise şöyle:
“- Uykunuzun geldiğini hissettiğinizde yatağa gidin.
– Yatakta kitap okumayın ya da televizyon seyretmeyin. Bunlar uyku kaçırıcı etkinliklerdir.
– Bir önceki gece kötü uyumuş olsanız bile gün içinde kestirmeyin. Eğer uzun süre “kalitesiz” bir uykunuz varsa ve uzun süren “uykuya dalamama” dönemleriniz oluyorsa, farkında olmadan yatağınızı/yatak odanızı “uyumak” yerine “uyanık kalmak” ile eşleştirmiş olabilirsiniz. Bu durumdan kurtulmak için de;
– Çok yorgun hissetseniz ya da uyku açığınızı telafi etmek isteseniz de erken bir saatte yatağa gitmeyin.
– Işıkları hemen söndürün.
– 20 dakika içinde uyumadıysanız, başka bir odaya gidin; tekrar uykunuz gelene kadar oturun ve rahatlayın.
– Bir gece önce az uyumuş olsanız bile, her gün aynı saatte uyanın.”
- YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.