- Bu konu 0 yanıt içerir, 1 izleyen vardır ve en son 16 yıl 10 ay önce
Bayan Pati tarafından güncellenmiştir.
-
YazarYazılar
-
18 Eylül 2008: 00:47 #18813
Bayan Pati
Üyeaşk ne zaman biter?
AŞK NE ZAMAN BİTER ?
Bu yazı tamamı ile gerçektir. Sabırla sonuna kadar okuduktan sonra gözlerinizi kapayıp üzerinde birkaç dakika düşünmenizi tavsiye ederim. Özellikle çağımızda, her kıymetin gittikçe ucuzladığı bu zaman diliminde, gerçek aşkın ne olabileceğini anlamamıza daha iyi yardımcı olabilir. Zira burada aktardığımız yaşanmışlık kesinlikle bizler için yaşanmıştır. En azından bugün burada birbirimize anlatabilmemiz ve üzerinde düşünebilmemiz için.
***
Karısını çok seviyordu.Nasıl sevmesin; yıllarca aynı yastığa baş koymuşlar, beraber büyük sevinçler ve büyük hüzünler yaşamışlardı. Karısı çok güçlü bir kadındı. Kocasına her zaman destek olmuş ve en büyük felaketleri beraber karşılarken bir kere bile şikayet etmemişti.
Evlenmeleri de bir garip olmuştu. O zamanlar yaşıtı bir kıza gönlünü kaptırmıştı genç adam, ama çok fakirdi bir türlü istetemiyordu. Aslında kızın da onda gönlü vardı, hatta kızın babası onu pek severdi. Ah şu fakirlik yok mu, hatta sahipsizlik..!
Her zaman gülen gözleriyle şimdiki hali, çocukluğunun felaketlerini taşıyan bir adamın haline hiç benzemiyordu. Gerçek bir felaketti çocukluğu. Babasını hiç görmemişti, annesini ise en ihtiyacı olduğu zamanda kaybetmişti. Henüz 6 yaşındaydı dedesinin yanına taşındığında, çok geçmeden onu da yitirdi ve 8 yaşında yapayalnız kaldı. Kendisi gibi fakir olan amcası acıyarak yanına aldı ve yetiştirdi, büyüttü. Hayat bütün sevdiklerini elinden almış ve ona ölene kadar sırtında taşıyacağı bir gariplik elbisesi giydirmişti adeta.
Sevdiği kız başkasıyla evlenince yine yutkundu, hep yaptığı gibi, Tıpkı küçükken şefkat özlemiyle annesizliğini hissettiğinde ya da birisi o çok sevilen babasından saygıyla bahsettiğinde olduğu gibi. Yine acı acı yutkundu.
Ama pek yakışıklıydı. Nereye gitse kızlar göz ucuyla süzerlerdi hep onu. O ise pek umursamazdı, ekmeğinin peşinde idi. O gün de pek umursamamıştı! Yani müstakbel karısı ona evlenme teklifi ettiğinde, şöyle bir baktı düşünmeden, halimi biliyorsun der gibi. Ve kabul etti. etraf ne der diye aldırmadan. Çok da çabuk evlenmişlerdi.. Gürültüsüz patırtısız.
Karısını çok seviyordu.
Evlendiklerinde güzel bir işi vardı, üstelik karısı da varlıklıydı. Birkaç sene içinde, bir nebze uzaklaşabildiği talihsizlikler olanca acımasızlıklarıyla geri döndüler. İlk çocukları erkekti, ilk ölen de o oldu. Fakirlik, garibanlık evlendiği kadının da yakasına yapışmıştı, bulaşıcı bir hastalık gibi kemirmişti onları. Tek tek kaybettiler evlatlarını.
Karısı bir kere bile şikayet etmedi halinden. felaketler geldikçe daha sıkı sarıldılar birbirlerine.Ve ambargo yüzünden bütün şehri saran o büyük kıtlıkta kaybetti karısını, bir sabah güneş cansız bedenine doğdu hayat arkadaşının. En son, amcasını kaybettiğinde teselli olmuştu hanımı kendisine, şimdi ise teselli eden bir küçük kızcağız… Gün gösteremediği hanımının açlıktan hafiflemiş cansız bedeni kucağında, gözyaşlarıyla evin kapısından dışarı çıkıp ufka bakmıştı. Evlerin arkasında heybetli tepeler gözüküyordu olanca ihtişamıyla. Dişlerini sıktı. O an tutamadı kendini ve ilk kez seslendi tepelere hıçkırmaktan ve yutkunmaktan yorulmuş haliyle “Şu başıma gelenleri sana yükleselerdi paramparça olurdun..!”
Aşkını bir çiçek gibi gömdü toprağa. Ve küçük kızla uzaklaştılar oradan ve o şehirden, ağlayıp birbirlerine sarılarak.
***
Aradan yıllar geçmiş ve dostlarının ısrarlarına dayanamamış tekrar evlenmişti işte.
Yeni bir şehirde yeni bir hayat…
Küçük evinde, kendisinden oldukça genç, yeni hanımıyla yaşıyordu. Mutlulardı. Etraflarında hep sevdikleri vardı, sadece sevdikleri. Hayat eskisi kadar acımasız değildi sanki!..***
İşte yine bir gün, öğleden sonra, yakıcı güneşten bunalmış bir vaziyette evine çekilmiş dinleniyordu. Karısının kucağına başını koyarak uzanmış birbirlerinin sessizliklerini dinliyorlardı. Onu tekrar (ya da daha önce rastlamadığı) mutlu günlerine döndüren karısının elleri saçlarında geziniyor, huzur içine işliyordu. Derken kapı çaldı, bir anda irkildi.. Kapı değişik vurulmuştu ve bunun onu ne kadar ürküttüğünü karısı da sezmişti; kocası ellerinin altında titremişti bir an.. Ve dışarıdan gelen “Girebilir miyim?” sorusuyla rengi sapsarı oldu. Artık yaşlı bir adamdı, ama çevik bir hareketle doğrulurken, gözlerinin yaşlanmış olduğu da karısının gözünden kaçmadı.İçeri girmek isteyen, eski karısının, sesi de ona çok benzeyen yeğeniydi. Uzun zamandır görmemişti onu.. Kapıyı çalış tarzı ve izin isteyen sesiyle bir anda 20 yıl geriye gitti. Zeki karısı bu gidişi farketmişti.. Kocasının eski hanımını bilir ve hep kıskanırdı gerçi, ama şahit olduğu bu olayla pes etti. Ve onu kıskanmaya bile hakkı olmadığına hükmetti. Kocasının kendisini ne kadar sevdiğini biliyordu, ağzından tek bir kötü söz çıkmamış ve evliliği boyunca karısına hep gülümseyen gözlerle bakmıştı, ama şu anda bu gözlerden akan yaşlar ölmeyen büyük bir aşkın ve kesin bir mağlubiyetin işaretiydi!..
Sadece bir kapı sesi..
Sadece bir ahşap kapının geri çağırdığı hatıralar..
Bir kapı sesi 20 sene sonra bir adamı bu şekilde titretebilir miydi? Ağlatabilir miydi?Ve genç kadın artık bu aşkla yarışmamaya karar verdi..
-
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.