1. Anasayfa
  2. Ders Notları
  3. Bilimsel Araştırmalar, Makaleler
  4. MALİGN TÜMÖRLERİN YAYILMASI, TÜMÖRLERİN KLİNİK ve PATOLOJİK ETKİLERİ
6 yazı görüntüleniyor - 1 ile 6 arası (toplam 6)
  • Yazar
    Yazılar
  • #18149

    MALİGN TÜMÖRLERİN YAYILMASI,
    TÜMÖRLERİN KLİNİK ve PATOLOJİK ETKİLERİ

    *Dr. Ziya HİÇYILMAZ

    Malign tümörlerin yayılması, lokal ve metastatik olmak üzere iki şekilde olur.
    1- Lokal yayılma: Bu tür yayılmada tümör, bulunduğu organda yayılır ve primer tümörün bitişik doku içindeki uzantısıdır. Bu yayılma hücrelerarası boşluklar, lenfatikler, kan damarları ve seröz zarlar aracılğıyla olmaktadır.
    2- Metastatik yayılma: Malign tümörlerden ayrılan hücrelerin damarlar veya doku aralıkları ile uzak dokulara taşınarak burada primer tümörle bir bağlantısı olmayan yeni tümör odakları oluşturmasına metastaz denir.
    Metastaz, malign tümörlerin bir özelliğidir. Metastaz yapan tüm tümörler maligndir, ama her malign tümör metastaz yapar diye bir kural yoktur. Genellikle bir tümör ne kadar anaplastik ve büyükse metastaz yapma ihtimalı o kadar yüksektir. Stres, cerrahi müdahaleler ve halothan anestezisi gibi faktörlerin yanı sıra, bazen tedavi amacıyla yapılan uygulamalar da metastaz riskini arttırabilmektedir.
    Metastazın Patogenezi: Tümörlerin metastaz yapabilmeleri için tümör hücrelerinin birçok basamağı başarıyla bitirmesi gerekir. Bu basamakların hepsini başarıyla tamamlayan hücreler metastaz olayını oluşturabilirler. Bu basamaklar sırasıyla şu şekilde özetlenebilir.
    a- Primer tümör kitlesinden hücreler ayrılabilmeli,
    b- Bölgesel dokuyu istila edebilmeli,
    c- Kan damarları veya lenfatiklere girerek emboli oluşturabilmeli,
    d- Embolik tümör hücreleri dolaşımda canlılığını sürdürebilmeli,
    e- Uzak dokulardaki damarlarda tunabilmeli,
    f- Damar duvarına yapışıp damar dışına çıkabilmeli,
    g- Konakçı savunmasını aşabilmeli,
    h- Bölgesel invazyon yaparak çoğalmalı ve damarlaşmalıdır.
    ………………………………………………………………………………………………
    Veteriner Hekim. Samsun Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü.

    Bütün bu basamakları başarıyla geçen hücreler sonuçta matastazı gerçekleştirirler.
    Çok malign tümörlerde hücrelerin birbirleriyle bağlanmaları (kohezyon ) zayıftır ve primer tümör kitlesinden kolayca ayrılan çok sayıda tümör hücresi, kan veya lenf damarlarına geçerek emboliler oluştururlar. Ancak bunların büyük bölümü bir yere tutunamadan ölürler.
    Damarlara invazyon, maligniteye işaret eden bir bulgu ve metastaz için potansiyel bir tehlike olmasına rağmen, metastazın oluştuğu ya da oluşacağı anlamına gelmez. Ancak malignitenin bir işareti olarak kabul edilir. Bazı tümörlerde damarlarda tümör embolileri sıkça görülür oysa uzak metastazlar enderdir.
    Radyoaktif olarak işaretlenmiş fare melanoma hücreleri intravenöz olarak enjekte edildiklerinde birkaç dakika içinde bunların akciğerlere tutuldukları gözlenmiştir.Bir gün sonra bu hücrelerin sadece % 1 nin, 2 hafta sonra metastatik lezyon görülebilir hale geldiğinde ise orijinal hücrelerin sadece % 0,1 nin canlı kalabildiği tesbit edilmiştir. Dolaşımdaki tümör hücreleri kapillarlarda tutulurlar ve bu yer, genellikle akciğer olmakla birlikte, bağırsak tümörleri için karaciğer önemli tutulma yeridir.
    Genellikle topluluk halindeki tümör hücre kümeleri tek hücrelerden daha çok tutularak metastaz riskini arttırırlar. Bu nedenle yüzey sekresyonları vasıtasıyla birbirine tutunabilen hücreler daha tehlikelidir.Yine tümör hücre kümecikleri ne kadar büyükse kapillarda tutunup kolonize olma şansları da o ölçüde fazladır.
    Bazı metastatik tümör hücreleri prokoagülan maddeler salgılayarak tümör hücre emboluslarının üzerinin fibrin ile örtülmesini, bu da tümör hücrelerinin yıkımlanmadan koruyarak onların çoğalabilmelerini sağlar. Öte yandan bazı malign tümörler, kültürlerde plazminojen ve fibrinojen aktivatörlerinin üretimini arttırarak fibrinolitik sistemi uyarırlar. Burada iki olgu söz konusudur. Fibrin, invazyon ve metastaz esnasında hücreleri koruyarak metastaz riskini arttırıcı bir etkiye sahip iken; metastatik odak oluştuktan sonra da fibrinolizis olayı dokuda tümörün büyümesini arttırıcı etkiye bir etkiye sahiptir.
    Bazı tümör hücreleri trombositlere tutunarak onların agregasyonuna sebep olan yüzey materyalleri içerir. Bu etkileşim, tümör hücrelerinin damar endoteline tutunabilmesi ile kapillarlarda yerleşmesine yardımcı olur. Damar endotelindeki hasar, metastaz riskini arttırıcı bir diğer faktör iken, trombosit sayısında azalma metastaz riskini azaltır.
    Primer tümörden ayrılıp uzak dokularda tutulan hücrelerin bir kısmı canlı oldukları halde sessizce kalabilirler yani uyurlar. Bunun kanıtı, primer tümör operasyonla uzaklaştırıldıktan yıllar sonra metastatik tümörlerin ortaya çıkmasıdır. Bu uyuma hali, tutulan hücrelerin damarlaşmasındaki yetersizlik, uygun bir büyüme faktörünün olmaması veya immunolojik sınırlandırma sonucu oluşabilir.
    Metastaz çeşitli yollarla oluşur.
    1 – Lenfogen metastaz: Lenf damarları yoluyla yayılma şeklidir.Daha çok karsinomlarda bu yolla yayılma görülür.Mezenkimal tümörler ender olarak lenfatik yayılma gösterir. Lenf damarlarının duvarları ince olduğundan kanser hücreleri tümör emboluslarına ve lenfagiozis karsinomatoza – sarkomatozaya’ya sebep olur.
    Metastatik tümör hücreleri, lenfatiklere girdikten sonra kan dolaşımına geçebildikleri gibi bunun terside mümkündur. Çünkü lenfatik ve vasküler sistemler arasında çok sayıda bağlantı vardır ve bu bağlantılar sayesinde bir sistemdeki tümör hücreleri kolaylıkla diğerine geçebilir.Tümör hücreleri lenf damarlarını istila ettikten sonra buradan koparak emboliler oluştururlar. Bu embolik hücreler bölgesel lenf düğümüne giderek subkapsüler sinusta tutulur ve çoğalarak metastatik büyümeyi başlatırlar. Olay ilerledikçe tümör hücreleri, yavaş yavaş lenfoid dokuyu ve kapsülayı istila ederler.
    Tümör hücreleri bölgesel lenf düğümlerine yerleşir ve zamanla lenf düğümünün büyü mesine ( lenfadenopati ) neden olur. Bir süre sonra bu düğümden ayrılan tümör hücreleri, lenf akımıyla bir sonraki lenf düğümüne ulaşır. Bu şekilde tümörün bulunduğu bölgenin lenfatik sisteminde lenf akımı boyunca dizilen lenf düğümlerinin sırayla büyüdüğü görülür.
    Bazen lenfatik akıma ters yönde metastaz oluşabilir ( retrograd metastaz ). Sadece insanlarda görülen bu metastaz şeklinin sebebi, tümör embolusu nedeniyle tıkanan ve normal yönde lenfatik akımın anastomozlar aracılığıyla geriye doğru ters akıma geçerek tümör hücrelerinin oralardaki lenf düğümlerine sürüklemesidir. Bu duruma dudağın sol tarafındaki karsinomların sağ taraftaki lenf düğümüne metastaz yapması örnek verilebilir.
    Lenfatik sistemde ilerleyen kanser hücreleri duktus torasikus’a ve oradan kan dolaşımına geçerek ( lenfo- hematojen yayılma ) sağ kalbe ve akciğerlere ulaşır. Kedi ve köpeklerin meme karsinomlarında, bölgesel lenf yumrularında ve lenfo-hematojen yolla akciğerler başta olmak üzere diğer organlarda da metastazlar oluşur
    2- Hematojen metastaz:Kan damarları yoluyla olan yayılma şeklidir.Sarkomlar genellikle bu yolu kullanırlar. Karsinomlar ise ileri devrelerde hematojen yayılma gösterirler.
    Kan damarlarına geçen veya lenf yoluyla kana karışan tümör hücrelerinin emboliler oluşturarak yeni yerlerinde yerleşip çoğalmaları gerekir. Kanser hücreleri kan dolaşımı içnde tek tek, ya da üzeri fibrinle kaplanmış gruplar halinde bulunurlar ve kendilerine ait damar sistemi aracılığıyla taşınırlar.
    Kan akımı ile sürüklenen tümör embolusları, uzak organ ve dokulara giderek küçük damar ya da kapillarlarda takılırlar ( tümör hücresi embolusu ) . Bu kapillar damarlarda tutulan tümör hücreleri, psöydopodlarını endotel hücreleri arasına sokarak damarlardan dokuya geçerler ve burada çoğalmaları sonunda metastaz oluşur.
    Primer tümör venalarla hangi organa bağlı ise metastazları genellikle o organda görülür ( vena drenajı ). Vena porta ile ilgili olanlar karaciğerde ( mide ve bağırsak kanserleri ), vena cava’larla ilgili olanlar ise akciğerde metastaz yaparlar ( böbrek karsinomları ). Primer akciğer tümörleri, akciger venalarına girerek, sol kalp yoluyla tüm vücuda yayılabilir.
    Hayvanlarda malign tümörlerin çoğu akciğere metastaz yapar. Akciğer metastazlarının fazla olmasının nedeni, bu organdaki kan akımının yoğunluğu ve yaygın bir kapillar ağın bulunmasıdır. Bu durum, kan dolaşımının hızını azaltmakta ve bir filtre gibi tümör hücrelerini süzerek sonuçta tümör hücrelerinin akciğer parankimine geçmesine sebep olmaktadır.
    Arter duvarı daha kalın olduğundan tümör hücrelerinin venül ve venleri istila etmesi daha kolaydır.Bu nedenle arteriyel yolla yayılma akciğer tümörleri dışında oldukça seyrek rastlanan bir yoldur. Dalakta tümör metastazlarının az görülmesinin bir nedeni, tümör hücrelerinin follikül arterlerinde kalmaları ve bu damarlardan çıkamamalarıdır.
    3- İmplantasyon metastaz: Tümörün yüzeyinden mekanik yolla kopan hücreler ile gerçekleşen ve özellikle seröz boşluklarda çok görülen bir yayılma şeklidir. Örneğin pankreas ve mide-bağırsak adenokarsinomları, serozaya kadar ulaşırsa sıvı ve peristaltik ile tüm serozaya yayılarak çok sayıda metastazlara neden olabilir ( Peritoneal karsinomatozis ). Bu tip karsinomatozis olaylarında, periton lenf drenajı bloke edilir ve asites gelişir. Tümör hücrelerinin vücut boşluklarına, genital ve solunum yollarına dökülmesinden hareketle buralardaki sıvı veya salgının ( Eksfoliyatif sitoloji ) kanser tanısında önemlidir. Ayrıca kanser ameliyatlarında operasyon aletleri veya eldivenler yoluyla malign hücreler ameliyat yarasına implante edilebilir.
    4- Kontakt metastaz: Bu şekilde yayılma, birbiri üzerine temas eden dokularda görülür. Örneğin üst veya alt dudakta oluşan malign tümörler diğer dudağa, anal bölge derisindeki malign tümörler kuyruk altı derisine temas yoluyla yayılır. Bu tip metastaz, köpeklerin veneral tümöründe de görülmektedir.Dişi köpeklerin vagina ve vulvasında oluşan bu tümör, koitus’la erkek köpeğin penis ve prepus’yumuna geçer.
    5- Kanaliküler metastaz: Bu metastaz şeklinde Tümör hücrelerinin bronş– bronşiol, idrar yolları ve safra kanalları gibi yollarla yayılması söz konusudur. Örneğin böbrek pelvisi karsinomları üreterlerde, primer ya da metastatik akciğer kanserleri de önce bronşiyal kanallara girer ve bronkojen yolla yayılarak metastazlar meydana gelir.
    Metastazın Morfolojisi
    Metastatik tümörler, tümörden ayrılan hücrelerden oluştuğu için renk, kıvam ve mikroskobik yönleriyle primer tümöre benzer. Genellikle diferensiyasyon derecesinde farklılık yoktur. Genel bir kural olarak metastatik lezyon, primer tümörden daha az istila edici olup, sınırları daha düzenli ve hatta bazen kapsüllü olabilir. Bazen metastatik tümör primer tümörden daha büyük olabilir. Metestazla primer tümör arasındaki benzerlik nedeniyle, metastazın yapısına ve yerine bakarak primer tümörün yeri kestirilebilir.
    Bir organda küçük ve çok sayıda tümör odaklarının bulunması, onların metastaz yani sekonder tümör olduğunu düşündürür.
    Metastazda Organ Önceliği
    Bazı tümörler belirli organlara metastaz yaparlar. Örneğin köpeklerde osteosarkomlar sıklıkla akciğere, kedilerde lenfomlar timus, bağırsak ve böbrek korteksine metastaz yapar. İnsanlarda prostat kanserleri genellikle omurga ve pelvise yayılır.Metastazların dağılımı, tümör hücrelerinin metastaz yoluna da bağlıdır ve lenfojen metastazda bölgesel lenf düğümlerinde, hematojen metastazda ise genellikle akciğerlerde metastazlar oluşur.
    Yine tüm türlerdeki diffuz lenfomatozis ve köpeklerde dalak hemangiosarkomları da metastaz yapan tümörlerdendir.
    Tümörlerde Prognoz
    Diferensiye malign tümörlerin daha yavaş gelişmesi ve metastaz yapması, az diferensiye olanlarda gelişmenin daha hızlı olması, metastazların daha erken görülmesi, tümörlü hayvandaki prognozun, tümör diferensiyasyon derecesine bağlı olduğunu düşündürür. Ancak tümörlerdeki prognoz tayininin, tümörün yayılma derecesi ve metastaz durumuna yapılması daha doğrudur.Tümörde prognozu etkileyen en önemli faktör, tümörün biyolojik davranışıdır. Diğerleri tümörün bulunduğu yer, histolojik yapısı, büyüklüğü ve büyüme hızıdır.
    Tümörlerin prognozu ve canlıya etkilerini tayin etmede T N M sistemi kullanılmaktadır. Bu sistemde T tümörün büyüklüğü ve genişliğini, N metastaza uğrayan lenf düğümünü ve M yakın ve uzak organ metastazlarını gösterir. Primer tümör ne kadar büyük geniş yayılma gösteriyorsa prognoz o kadar kötüdür. Organ metastazlarının bulunuşu ise çok kötü prognoz demektir.
    Kanserin Evrelendirilmesi
    Kanserler mikroskobik incelemelerde gözlenen anaplaziye göre derecelendirilebilirler ( Malignite derecesi ) (Grade l, ll, lll, IV gibi ) ve her tümör tipinde derecelendirme kriterleri farklıdır. Kanserin evrelendirilmesi ise, primer tümörün boyutuna, tutulan bölgesel lenf nodüllerinin yaygınlığına ve metastaz olup olmadığına dayanır.Pratikte kanserin evrelendirilmesi, derecelendirilmesinden daha yararlıdır. Solid tümörlerin prognoz ve cerahi müdahaleler açısından evrelendirilmesi önemli yararlar sağlar ve evrelendirme işleminde genellikle T N M sistemi uygulanır.
    T = Primer tümör, N = Bölgesel lenf düğümü tutulumu, M = Metastaz için kullanılır.
    Primer Tümör:
    T0: Tümör yok
    T1: Tümör primer bölgede sınırlı
    T2: Tümör komşu dokulara invazyon yapmış
    Lenf Düğümü ( N )
    N0: Tümör yok
    N1: Bölgesel lenf düğümünde tümör meatastazı var
    N2: Uzak lenf düğümlerinde tümör metastazı var
    Metastaz ( M )
    M0: Metastaz yok
    M1: Primer olarak aynı boşlukta metastaz var
    M2: Uzak organ metastazları var
    Bu kodlar kullanılarak tümörler şu şekilde evrelendirilirler.

    Stage l : T1, N0, M0
    Stage ll : T1, N0 veya N1,
    Stage lll : T2, N1 veya N2, M2
    Kötü huylu tümörler hızlı büyüdükleri, invazyon ve metastaz yapabildikleri için iyi huylu tümörlerden daha zararlı etkilere sahiptirler.Bununla birlikte her iki tümör de konakçı üzerinde bazı zararlı etkiler gösterirler. Tümörlerin konakçı üzerindeki etkileri şu şekilde özetlenebilir.
    1 – Lokal Etkiler
    Tümör komşu dokulara baskı yaparak ağrıya, kan ve lenf damarlarında dolaşımın aksamasına veya tıkanmaya sebep olur. Ayrıca trkea, üriner kanal ve bronşlar gibi hayati öneme sahip kanalları tıkayarak ciddi problemlere, safra kanallarında tıkanmaya neden olarak sarılığa sebep olabilirler.
    Beyin tümörleri yaptıkları mekanik etkiyle felç ve ölümlere, bazen de serebrospinal sıvı akışını engelleyerek hidrosefalusa neden olurlar. Karın boşluğunda yer alan uzun saplı lipomlar, bağırsaklar üzerine dolanarak bağırsakta düğümlenmelere sebep olurlar.
    Ayrıca tümörlerde kanama, ülserasyon ve sekunder enfeksiyon riskleri de vardır ve bu bulgular, kötü huylu tümörlerde daha sık ortaya çıkar. Keza eksremitelerdeki büyük tümöral oluşumlar hayvanların yiyecek aramasını güçleştirir ve bitkin düşmelerine yol açabilirler.
    2 – Sistemik Etkiler
    a- Kaşeksi: Kanser vakalarının son dönemlerinde aşırı halsizlik ve anoreksi ile birlikte şiddetli zayıflama görülür ki buna kanser kaşeksisi adı verilir. Bu hastalarda sekunder enfeksiyonlara sık rastlanır. Genel olarak kanserin yaygınlığı ve boyutu ile kaşeksinin şiddeti arasında ilişki vardır ve küçük , sınırlı kanser genellikle kaşeksiye sebep olmaz. Kanserli hastalardaki kilo kaybı, sadece iştahsızlığa değil, aynı zamanda direkt tümör hücreleri ya da bunların uyardığı makrofajlar tarafından salgılanan humoral faktörlere de bağlıdır.
    Aktive olmuş makrofajlarca salgılanan kaşektin ya da tümör nekroz faktörü ( TN F ), bazı tümörlerde nekroza sebep olmasının yanısıra, yağ hücrelerinden trigliseritleri mobilize eder ve yağların birikimini katalize eden geni baskılayarak adipositlerde lipojenik enzimlerin sentezini azaltır. Bu maddenin kronik hastalıklardaki zayıflamada da rol oynadığı düşünülmektedir.
    Tümor hücre enzimleri nedeniyle neoplastik hücreler, konakçının esansiyel amino asitlerini tüketebilirler.Yaygın kanser metastazları olan hayvanlarda bu metabolik defektler ile kısmen letarji ( hareketsizlik ) nedeniyle iskelet kasları atrofiktir. Daha sonra kas hücrelerinin glikoz kullanımı, insüline duyarlılığı ve enerji üretimi için gerekli enzimlerin aktivitelerinde düşüş gözlenir. Kanserin son döneminde karaciğer, pankreas ve diğer organlarda da regrese olurlar.Hepatositler küçük ve enzimatik yapıları indiferensiye hal alarak olgunlaşmamış hepatositlerinkine benzer. Ayrıca fötal karaciğerde yüksek oranda bulunan heksokinaz gibi enzimlerin miktarında artış gözlenir.
    b – Hipoglisemi: Pankreas adacıklarının hücrelerinden köken alan tümörler, insülin salgılayarak hipoglisemiye sebep olur. Ayrıca çeşitli epitelyal, mezenkimal ve hemopoietik tümörlerde, köpeklerde karaciğer tümörleri olmak üzere melanom, hemangiosarkom ve tükrük bezi tümörlerinde de hipoglisemi görülebilmektedir. Bu tip hipoglisemi, genellikle yaygın tümöral gelişmelerin son dönemlerinde ortaya çıkar. Hipoglisemi ile ilgili klinik belirtiler, huzursuzluk, halsizlik, titremeler, kollaps ya da felçler ile karakterizedir.
    c – Anemi:Özellikle metastatik tümör olaylarında ve gastrointestinal kanal tümörlerinde anemi sıkça rastlanan bir bulgudur. Kanserde görülen aneminin başlıca sebepleri şunlardır:
    – Kanama: Tümörün ivazyonu nedeniyle normal dokularda oluşan erezyonlar sonucu gelişir.
    – Eritropoiesis’in azalması: Bunun sebebi, tümör hücrelerini kemik iliğine invazyonu ve eritropoietik dokunun yıkımlanmasıdır.
    -Eritrositlerin tümör dokusundaki anormal damarlardan geçerken parçalanması: Damardan zengin tümörler muhtemelen eritrositlerin yıkımlanması yoluyla aneye sebep olurlar.
    -Retiküloendotelyal sistemin aktivasyonu ile hiperspelnizm durumlarında aşırı miktarda eritrosit dolaşımdan uzaklaştırılır.
    Kanserli hastalarda gelişen yangısal olaylar sonucu gizli bir demir yetersizliği anemisi gelişebilir.
    Kanser tedavisinde uygulanan kemoterapi ile ilişkili olarak anemi görülebilir.
    Lenfoproliferatif tümörlere ilgili otoimmun anemi gözlenebilir.
    Böbreğin eritropoietin sentezlemesinin baskılanması anemiye sebep olur.
    Eritrosit üretiminin baskılanmasının aksine, insanlardaki böbrek kanserleri ve serebellar hemangiom gibi tümörlerde tümör hücrelerince fazla miktarda eriropoietin salgılanır ve bu da polisitemiye neden olur
    d – Pıhtılaşma Bozuklukları:Viral lösemilerde ve lenfoproliferatif sendromlarda kemik iliğinin baskılanması nedeniyle trombosit yapımı sınırlıdır ve trombositopeni görülebilir. Ayrıca tümöral hastalıklarda trombositlerin yaşam sürelerinde azalma gözlenebilir. Örneğin lokal tümör bulunan köpeklerin % 40’ında metastatik tümörlerin ise % 80’inde trombositlerin yaşam süreleri azalmaktadır. Bu köpeklerin çoğunda fibrinojen konsantrasyonu da artmıştır.
    Solid tümörlerde lokal trombozlara rastlanabilir. Bunun tümörün uyardığı trombosit adezyon ve agregasyonu, tümör hücrelerinde prokoagülan maddelerin salgılanması ve tümör kapillarlarındaki endotelizasyonun tam olmaması gibi faktörlerin kombine etkisidir. Fazla miktarda prokoagülan madde salan tümörler, dissemine intravasküler pıhtılaşmaya ve özellikle böbrek glomeruluslarında oluşan trombozlar nedeniyle ölüme neden olabilirler.Ayrıca kanın vizkositesindeki artış ta trombozu arttırtabilir.
    e – Hiperkalsemi: Bir çok kanser çeşidinde komplikasyon olarak ortaya çıkabilen hiperkalsemi, bazen öldürücü olabilir.
    Kanserli hastalardaki hiperkalseminin mekanizması tam anlaşılmamış olmakla birlikte şu iki mekanizma üzerinde durulmaktadır:
    Osteolitik metastazlar: Solid tümörlerde osteoklast aktive edici faktörlerin aracılık ettiği osteolitik metastaz olaylarında aşırı kemik rezorpsiyonu ve kalsiyum salınımı gözlenir. Ancak kemik metastazları bulunmayan olgularda da hiperkalsemiye rastlandığı unutulmamalıdır.
    Tümör hücreleri tarafından paratiroid hormonlarını taklit eden bazı peptidlerin salınması: Hiperkalseminin gelişiminde parathormonun olaya katılmadığı bilinmektedir.Burada etkili olan parathormon değil, parathormon aktivitesine sahip bazı peptidlerdir. Bu mekanizma ile oluşan hiperkalsemide daha ciddi komplikasyonlar görülür.
    Paratiroid hormonu etkisine sahip peptidlerin salınması sonucu persiste bir hiperkalsemi, hiperfosfatemi, tiroidin ‘ C ‘ hücrelerinde ( parafolliküler hücreler ) hiperplazi, paratiroidlerde hiperkalsemiye cevap olarak atrofi ile karakterize bir bozukluk oluşur ki buna psöydohiperparatiroidizm adı verilir. Bu duruma meme karsinomu, fibrosarkom, köpek ve kedilerde lenfoma, köpeklerde anal bez adenokarsinomu ve atlarda mide karsinomunda rastlanmaktadır.
    f – Ektopik Hormon Sendromları:
    Endokrin tümörler fonksiyon göstererek konakçıda çeşitli endokrin sendromlara sebep olurlar.Endokrin kökenli olmayan malign tümörler de bazen tropik hormonlar salgılayabilir.
    β hücreli olmayan pankreas tümörleri, normalde mide ve duodenum mukozasından salgılanan gastrın ile benzer aktiviteye sahip bir polipeptid salgılayarak Zollinger – Ellison Sendromu’na neden olurlar. Bu sendromda klinik belirtiler ishal, kusma kilo kaybı, aşırı mide asidi salgısı ve hipergastrinemi şeklindedir. Köpeklerde bu tümörlerden çoğunun malign olduğu ve bölgesel lenf düğümü ile karaciğere metastaz yaptığı, ayrıca mide ve özefhagusta ülserler, enteritis, villoz atrofi, mide mukozasında hipertrofi ve triodin C hücrelerinde hiperplazı gözlenmiştir.
    g – İshal: Yaygın tümör olaylarında normal tedaviye cevap vermeyen ve bilinen bir mikrobiyal sebebe bağlanmayan uzun süreli bir ishal bulunabilir. Bağırsaklar primer tümörlerinde ve kanserin son dönemlerinde, özellikle immunsupresif tedavi sırasında bağırsakta bakteriyel ve protozoal enfeksiyonlar sonucu görülebilir. Çok ender vakalarda bazı nörolojik tümörler, vazoaktif intestinal peptidleri salgılayarak daireye ve sıvı – elektrolit kaybına neden olabilirler.
    h – Ateş: Bazı tümör hücreleri pirojenleri salgılayarak ateşi yükseltirler ve tümörün oluşturduğu ateş, doğal bir antineoplastik mekanizma olarak kabul edilir. Aslında ateş, ilerlemiş metastatik kanserli hastalarda sıkça görülür. Ancak çoğu olguda ateşin sebebi, tümör kaynaklı bir humoral faktörden ziyade komplikasyon şeklinde ortaya çıkan yangısal veya bakteriyel enfeksiyonlardır.
    3 – Nöropatik Etkiler
    İnsanlarda akciğer ve meme kanseri gibi bazı kanserlerin ileri dönemlerinde merkezi sinir sisteminde serebellar dejenerasyon, demiyelinasyon ve periferik nöritis ile kaslarda zayıflık gibi değişiklikler görülmektedir. Bunlara nöropatik etkiler denir.
    Tüm bu anlatılan klinik – patolojik etkiler konusunda şu şekilde bir genelleme yapılabilir; tümörler konakçı dokusuna direkt zarar verebildikleri gibi bazı tümörler indirekt mekanizmalarla da konakçıya zarar verirler. Bu olaya paraneoplastik sendrom adı verilir.
    Paraneoplastik sendrom denince kanserli hastalarda görülen ve tümörün lokal olması ya da uzak yayılımı ile açıklanmayan ve kaşeksi dışındaki semptomlar bütünü ( hipoglisemi, anemi, pıhtılaşma bozuklukları, ektopik hormon sendromları ishal, ateş ve nöropatik etkiler ) anlaşılır. Paraneoplastik sendromlara kanserli insanların % 10 – 15 ‘inde rastlandığı bildirilmiştir.

    #50060
    avatar of aresAres
    Katılımcı

    teşekkürler. bu bilimsel makaleleri yayınlamanız cok iyi olmus

    #86820

    güzel paylaşım tşşkkürler

    #87777

    paylaşım için teşekkürler

    #88612
    avatar of derkinderkin
    Üye

    süper…

    #91569
    avatar of umut32umut32
    Üye

    payalaşım için teşekkürler.

6 yazı görüntüleniyor - 1 ile 6 arası (toplam 6)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.