1. Anasayfa
  2. Genel
  3. Muhabbet & Eğlence
  4. Nazım Hikmet şiirleri...
14 yazı görüntüleniyor - 1 ile 14 arası (toplam 14)
  • Yazar
    Yazılar
  • #19210
    FeeLinG
    Üye

    BUYRUN

    Buyrun, oturun dostlar,
    hos gelip sefalar getirdiniz.
    Biliyorum, ben uyurken
    hücreme pencereden girdiniz.
    Ne ince boyunlu ilâç sisesini
    ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
    Yüzünüzde yıldızların aydınlıgı
    basucumda durup el ele verdiniz.
    Buyrun, oturun dostlar
    hos gelip sefalar getirdiniz.

    Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
    Osman oglu Hâsim.
    Ne tuhaf sey,
    hani siz ölmüstünüz kardeşim.
    Istanbul limanında
    kömür yüklerken bir Ingiliz silebine,
    kömür küfesiyle beraber
    ambarın dibine…

    Silebin vinci çıkartmıstı nâsınızı
    ve paydostan önce yıkamıstı kıpkırmızı kanınız
    simsiyah basınızı.
    Kim bilir nasıl yanmıstır canınız…
    Ayakta durmayın, oturun,
    ben sizi ölmüs zannediyordum,
    hücreme pencereden girdiniz.
    Yüzünüzde yıldızların aydınlı ı
    hos gelip sefalar getirdiniz…

    Yayalar-köylü Yakup,
    iki gözüm, merhaba.

    Siz de ölmediniz miydi?
    Çocuklara sıtmayı ve açlıgı bırakıp
    çok sıcak bir yaz günü
    yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
    Demek ölmemissiniz?

    Ya siz?
    Muharrir Ahmet Cemil?
    Gözümle gördüm
    tabutunuzun topraga indigini.

    Hem galiba
    tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
    Onu bırakın Ahmet Cemil,
    vazgeçmemissiniz eski huyunuzdan,
    o ilâç sisesidir
    rakı sisesi degil.
    Günde elli kurusu tutabilmek için,
    yapyalnız
    dünyayı unutabilmek için
    ne kadar çok içerdiniz…
    Ben sizi ölmüs zannediyordum.
    Basucumda durup el ele verdiniz,
    buyrun, oturun dostlar,
    hos gelip sefalar getirdiniz…

    Bir eski Acem sairi:
    «Ölüm âdildir» — diyor, —
    «aynı hasmetle vurur sahı fakiri.»

    Hâsim,
    neden sasıyorsunuz?
    Hiç duymadınız mıydı kardesim,
    herhangi bir sahın bir gemi ambarında
    bir kömür küfesiyle öldügünü? …

    Bir eski Acem sairi:
    «Ölüm âdildir» — diyor.
    Yakup,
    ne güzel güldünüz, iki gözüm.
    Yasarken bir kerre olsun böyle gülmemissinizdir…
    Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
    Bir eski Acem sairi:
    «Ölüm âdil…»
    siseyi bırakın Ahmet Cemil.
    Bosuna hiddet ediyorsunuz.
    Biliyorum,
    ölümün âdil olması için
    hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz…

    Bir eski Acem sairi…
    Dostlar beni bırakıp,
    dostlar, böyle hısımla
    nereye gidiyorsunuz?

    Nazım Hikmet[hr]
    YAPITLARI

    1988-1990 arasında Adam Yayınevi Nâzım Hikmet’in bütün yapıtlarını 28 kitaplık bir dizide topladı. Dizinin editörlüğünü Memet Fuat, araştırmacılığını Asım Bezirci yaptılar. Bugün satışta bulunan bu dizideki kitapların dökümü şöyledir :

    Şiir :

    835 Satır
    835 Satır; Jokond ile Sİ-YA-U; Varan 3; 1+1=1; Sesini Kaybeden şehir

    Benerci Kendini Niçin ÖldürdüBenerci Kendini Niçin Öldürdü; Gece Gelen Telgraf; Portreler; Taranta-Babu’ya Mektuplar; Simavne Kadısı Oğlu şeyh Bedreddin Destanı; şeyh Bedreddin Destanı’na Zeyl

    Kuvâyi Milliye
    Kuvayi Milliye; Saat 21-22 şiirleri; Dört Hapisaneden; Rubailer

    Yatar Bursa Kalesinde

    Memleketimden İnsan Manzaraları

    Yeni şiirler

    Son şiirleri

    İlk şiirler

    La Fontaine’den Masallar

    Oyun :

    Kafatası
    Ocak Başında; Kafatası; Bir Ölü Evi; Unutulan Adam; Bu Bir Rüyadır

    Ferhad ile şirin
    Yolcu; Ferhad ile şirin; Sabahat; Enayi

    Yusuf ile Menofis
    Allah Rahatlık Versin; Evler Yıkılınca; Yusuf ile Menofis; İnsanlık Ölmedi Ya; İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?
    (Evler Yıkılınca Nâzım Hikmet’in kaybolduğunu söylediği oyunlarından biridir. Piraye’nin sakladığı yapıtlar arasında şairin el yazısıyla temize çekilmiş olarak bulunmuş, ilk olarak bu dizide yayımlanmıştır.)

    Demokles’in Kılıcı
    İstasyon; İnek; Demokles’in Kılıcı; Tartüf – 59

    Kadınların İsyanı
    Kadınların İsyanı; Yalancı Tanık; Kör Padişah; Her şeye Rağmen

    Roman, Öykü, Masal :

    Kan Konuşmaz
    Yeşil Elmalar
    Yaşamak Güzel şey Be Kardeşim
    Hikâyeler
    Çeviri Hikâyeler
    Masallar (Nâzım Hikmet yalnızca Yaşamak Güzel şey Be Kardeşim adlı romanıyla Sevdalı Bulut adlı masallar kitabını kendi adıyla yayımlamıştı. Ötekiler para kazanmak için acele yazılıp gazetelerde takma adlarla yayımlanmış ürünlerdir.)

    Yazılar :

    Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil
    Yazılar (1924-1934)
    Yazılar (1935)
    Yazılar (1936)
    Yazılar (1937-1962)
    Konuşmalar

    (Nâzım Hikmet’in bu kitaplarda yer alan yazılarının büyük çoğunluğu çeşitli takma adlarla gazetelere yazdığı köşe yazılarıdır.)

    Mektuplar :

    Nâzım ile Piraye
    Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar
    Piraye’ye Mektuplar[hr]
    BÜYÜK İNSANLIK

    Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
    tirende üçüncü mevki
    şosede yayan
    büyük insanlık.

    Büyük insanlık sekizinde işe gider
    yirmisinde evlenir
    kırkında ölür
    büyük insanlık.

    Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
    pirinç de öyle
    şeker de öyle
    kumaş da öyle
    kitap da öyle
    büyük insanlıktan başka herkese yeter.

    Büyük insanlığın toprağında gölge yok
    sokağında fener
    penceresinde cam
    ama umudu var büyük insanlığın
    umutsuz yaşanmıyor.

    7 Ekim, Taşkent, 1958[hr]
    TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ

    Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
    bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
    yani yürekte.

    Meselâ bir barikatta dövüşerek
    meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
    meselâ denerken damarlarında bir serumu
    ölmek ayıp olur mu?

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    Seversin dünyayı doludizgin
    ama o bunun farkında değildir
    ayrılmak istemezsin dünyadan
    ama o senden ayrılacak
    yani sen elmayı seviyorsun diye
    elmanın da seni sevmesi şart mı?
    Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
    yahut hiç sevmeseydi
    Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.[hr]
    BİR DAKİKA

    Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor
    Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,
    Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı..
    Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı.

    Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya
    Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya
    Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor
    Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor

    Yakın olayım diye bu gökten gelen ize
    Öyle eğilmişim ki kayalardan denize
    Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi
    Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi

    Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an
    Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan
    Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim
    Doğruldum atılırken bir dakika titredim

    Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden
    Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.[hr]
    İNCİ

    Yüzlerce sene evvel çok güzel bir kız varmış.
    Ayağına kapanıp bütün gençler yalvarmış
    Bu eşi bulunmayan güzeli almak için.
    Erimişler aşk denen alevden için için,
    Güneşin sızağıyla eriyen karlar gibi;
    Hepsinin bu sevdadan hicran olmuş nasibi…
    Böyle yaşıyorlarken dünyalarına küskün,
    Güzel kız davet etmiş aşıklarını bir gün.
    Demiş:”Elbet veremem gönlümü hepinize,
    Fakat bir müsabaka açıyorum ben size:
    En güzel en kıymetli inciyi bana her kim
    Getirirse onunla artık evleneceğim…”
    Aşıklar mallarını feda edip satmışlar,
    Dört taraftan en büyük inciyi aratmışlar.
    Yüzlerce sene evvel bir saz şairi varmış;
    Bu gencin de gönlünü o kızın aşkı sarmış.
    Aklını alıvermiş gök ela renkli gözler;
    Her dakika biricik sevgilisini özler,
    Her dakika ağlarmış, sızlarmış, ah edermiş;
    perişanmış, mahzunmuş, derbedermiş..
    Duymuş müsabakayı bu aşık da nihayet,
    “İnci nedir” diyerek o anda etmiş hayret.
    Çünkü o ana kadar inciyi bilmiyormuş.
    “İnci nasıl şey?” diye bir ihtiyara sormuş:
    “Ben onu hiç görmedim gezdim de diyar diyar.”
    Demiş ki zavallıya gülümseyip ihtiyar:
    “Güzel bir taştır inci, kadınların süsüdür;
    Durduğu yer onların açık, beyaz göğsüdür.
    Denizden çıktığından pahalıdır gayetle..
    Bu sözleri duyunca aşık bakar hayretle,
    Der ki:”Ben deniz nedir, onu da bilmiyorum.”
    İhtiyar denizi de anlatır: “Dinle yavrum,
    Bu öyle bir susur ki ufuğa kadar açık,
    Bazen dalgalar kıyısında ufacık;
    Bazen fırtına çıkar, hava olunca lodos,
    Deniz birden kudurup kayalara vurur tos.
    Sen karada gezmişsin belli bu yaşa kadar.
    Bu dağların ardında çok uzak bir deniz var.
    Pek merak ediyorsan yürü, memleketler aş.”
    Saz şairi, bu sözler bitince, yavaş yavaş
    Denizi bulmak için seyahate koyulur;
    Uzun yollar üstünde harap olur, yorulur.
    Nihayet gök toprağa ışığını dökerken
    Bir sahile yaklaşır, henüz şafak sökerken….

    Aradan bir yıl geçip nihayet mühlet bitmiş,
    Aşıklar akın akın kızın yanına gitmiş.
    Hepsi de dizilmişler önüne birer birer;
    Ellerinin üstünde donuk, beyaz inciler.
    Güzel kız seyre dalmış,oturarak yerine;
    İpek elbisesinin uzun eteklerine
    Bütün delikanlılar koymuş hediyesini!
    Gözlerini açarak herkes kesmiş sesini:
    “Acaba hangisini kabul edecek ?”diye.
    Dışardan bir gürültü duyulmuş o saniye:
    “Bırakın muradıma ben bugün ereceğim,
    Bırakın sevgilime inciler vereceğim…”
    “O da getirsin” diye güzel kız vermiş izin,
    Şair içeri girmiş tereddüt etmeksizin.
    Anlatmış kalbindeki sızlayan bir yarayı,
    Anlatmış uzun uzun bütün bu mecarayı.
    “Ben bir şair aşıkım, elimde bir kırık saz,
    Yapyalnız yaşıyorum, derdim çok, sevincim az.
    O güzel gözlerine bir pınar gibi gönlüm
    Yıllarca aka aka tükendi tahammülüm.
    Fakat seni unutmak gelmiyordu elimden.
    Ve bir gün işittim ki inci istemişsin sen.
    Ama bu ana kadar görmemiştim ben onu,
    Öğrendim bu incinin denizde olduğunu.
    Deniz nerde diyerek arıyordum bu sefer;
    Aşkının kuvvetiyle aştım dağlar tepeler.
    Nice ülkeler gezdim nice dağlar dolaştım,
    Bir sabah sonu gelmez bir denize ulaştım:
    Güneş içinden doğup içinden batıyordu;
    Sular arzın üstüne yaslanmış yatıyordu.
    Rüzgar yavaş esiyor,engin sessiz, durgundu;
    Vücudum aylar süren yolculuktan yorgundu.
    İndim büyük denizin o büyük sahiline
    İncileri topladım ,uğraşıp didinerek.”
    Aşıkın sözlerini dinlerken kadın erkek;
    Şair omuzundaki bir torbayı uzatmış,
    Yere bağını çözüp, incileri boşaltmış.
    Fakat o anda herkes kahkahalarla gülmüş:
    Çünkü inci yerine çakıl taşı dökülmüş.
    Güzel kız genç aşıka demiş: “Bunu iyi bil:
    Bu, parayla alınan incilere mukabil,
    Senin çakıl taşların pek değerlidir elbet;
    Şair! Yaşayacağım seninle ilelebet..”[hr]
    DON KİŞOT

    Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
    ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
    bir Temmuz sabahı fethine çıktı
    güzelin, doğrunun ve haklının :
    önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
    altında mahzun, fakat kahraman Rosinant’ı.
    Bilirim,
    hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
    hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
    yolu yok, Don Kişot’um benim, yolu yok,
    yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.

    Haklısın, elbette senin Dülsinya’ndır en güzel kadını yeryüzünün,
    sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
    alaşağı edecekler seni
    bir temiz pataklayacaklar.
    Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
    sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
    ağır, demir kabuğunun içinde
    ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek…

    (1947)[hr]
    Piraye İçin

    Ne güzel şey hatırlamak seni;
    ölüm ve zafer haberleri içinden,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken…

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
    ve saçlarında
    vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…
    İçimde ikinci bir insan gibidir
    seni sevmek saadeti…
    Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
    güneşli bir rahatlık
    ve etin daveti:
    kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
    sıcak
    koyu bir karanlık…

    Ne güzel şey hatırlamak seni,
    yazmak sana dair
    hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
    filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
    kendisi değil
    edasındaki dünya…

    Ne güzel şey hatırlamak seni.
    Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
    bir çekmece
    bir yüzük,
    ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım.
    Ve hemen
    fırlayarak yerimden
    penceremde demirlere yapışarak
    hürriyetin sütbeyaz maviliğine
    sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    ölüm ve zafer haberleri içinden,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken…[hr]
    İSİMSİZ ŞİİRLER

    İşte geldik gidiyoruz
    Hoşçakal kardeşim deniz
    Biraz çakılından aldık
    Biraz da masmavi tuzundan
    Sonsuzluğundan da biraz
    Işığından da birazcık
    Birazcık da kederinden
    Bir şeyler anlattın bize
    Denizliğin kaderinden
    Biraz daha umutluyuz
    Biraz daha adam olduk
    İşte geldik gidiyoruz
    Hoşçakal kardeşim deniz[hr]
    ÇEKİLMEZ BİR ADAM

    Çekilmez bir adam oldum yine
    Uykusuz, aksi, lanet
    Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
    Azgın bir hayvan döver gibi
    O gün çalışıyorum
    Sonra bir de bakıyorsun ki
    Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
    Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
    Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
    Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
    Çekilmez bir adam oldum yine
    Uykusuz, aksi, lanet
    Yine her seferki gibi haksızım
    Sebep yok olması da imkansız
    Bu yaptığım iş ayıp rezalet
    Fakat elimde değil
    Seni kıskanıyorum[hr]
    Dünyayı verelim çocuklara, hiç değilse bir günlüğüne!
    Allı pullu bir balon verelim oynasınlar,
    Oynasınlar türküler söyleyerek, yıldızların arasında.
    Dünyayı çocuklara verelim.
    Kocaman bir elma gibi verelim,
    Sıcacık bir ekmek somunu gibi,
    Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar,
    Dünyayı çocuklara verelim,
    Bir günlük de olsa; öğrensin dünya, arkadaşlığı,
    Çocuklar dünyayı alacak elimizden
    Ölümsüz ağaçlar dikecekler…[hr]
    YİNE SANA DAİR

    Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
    Sende, ben, kumarbaz macerasını keşişlerin,
    Sende, uzaklığı,
    Sende, ben, imkansızlığı seviyorum.
    Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
    Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli
    Ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin,
    Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
    Fakat asla umutsuzluğu değil.[hr]
    YAŞAMAYA DAİR

    1

    Yaşamak şakaya gelmez,
    büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
    bir sincap gibi meselâ,
    yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
    yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

    Yaşamayı ciddiye alacaksın,
    yani, o derecede, öylesine ki,
    meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
    yahut, kocaman gözlüklerin,
    beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
    insanlar için ölebileceksin,
    hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
    hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
    hem de en güzel, en gerçek şeyin
    yaşamak olduğunu bildiğin halde.

    Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
    ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
    yaşamak, yani ağır bastığından.

    YAŞAMAYA DAİR

    2

    Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
    yani, beyaz masadan
    bir daha kalkmamak ihtimali de var.
    Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
    biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
    hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
    yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
    en son ajans haberlerini.

    Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
    diyelim ki, cephedeyiz.
    Daha orda ilk hücumda, daha o gün
    yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
    Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
    fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
    belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

    Diyelim ki, hapisteyiz,
    yaşımız da elliye yakın,
    daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
    Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
    insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla

    Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
    hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…

    YAŞAMAYA DAİR

    3

    Bu dünya soğuyacak,
    yıldızların arasında bir yıldız,
    hem de en ufacıklarından,
    mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
    yani, bu koskocaman dünyamız.

    Bu dünya soğuyacak günün birinde,
    hattâ bir buz yığını
    yahut ölü bir bulut gibi de değil,
    boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
    zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

    Şimdiden çekilecek acısı bunun,
    duyulacak mahzunluğu şimdiden.
    Böylesine sevilecek bu dünya
    “Yaşadım” diyebilmen için…[hr]
    DAVET

    Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
    Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
    Bu memleket bizim!
    Bilekler kan içinde, dişler kenetli
    ayaklar çıplak
    Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
    Bu cehennem, bu cennet bizim!
    Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
    yok edin insanın insana kulluğunu
    Bu davet bizim!
    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    Ve bir orman gibi kardeşçesine
    Bu hasret bizim![hr]
    VATAN HAİNİ

    “Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
    Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
    Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
    bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un
    66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
    Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
    “Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”

    Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
    hainiyim, ben vatan hainiyim.
    Vatan çiftliklerinizse,
    kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
    vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
    vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
    fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
    vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
    vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
    ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
    vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
    vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
    ben vatan hainiyim.
    Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
    Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

    NAZIM HİKMET[hr]
    GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

    Bu bir türkü:-
    toprak çanaklarda
    güneşi içenlerin türküsü!
    Bu bir örgü:-
    alev bir saç örgüsü!
    kıvranıyor;
    kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
    esmer alınlarında
    bakır ayakları çıplak kahramanların!
    Ben de gördüm o kahramanları,
    ben de sardım o örgüyü,
    ben de onlarla
    güneşe giden
    köprüden
    geçtim!
    Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
    Ben de söyledim o türküyü!

    Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
    altın yeleli aslanların ağzını
    yırtarak
    gerindik!
    Sıçradık;
    şimşekli rüzgâra bindik!.
    Kayalardan
    kayalarla kopan kartallar
    çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
    Alev bilekli süvariler kamçılıyor
    şaha kalkan atlarını!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Düşmesin bizimle yola:
    evinde ağlayanların
    göz yaşlarını
    boynunda ağır bir
    zincir
    gibi taşıyanlar!
    Bıraksın peşimizi
    kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

    İşte:
    şu güneşten
    düşen
    ateşte
    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

    Sen de çıkar
    göğsünün kafesinden yüreğini;
    şu güneşten
    düşen
    ateşe fırlat;
    yüreğini yüreklerimizin yanına at!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
    Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
    toprak kokuyor bakır sakallarımız!
    Neş’emiz sıcak!
    kan kadar sıcak,
    delikanlıların rüyalarında yanan
    o «an»
    kadar sıcak!
    Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
    ölülerimizin başlarına basarak
    yükseliyoruz
    güneşe doğru!

    Ölenler
    döğüşerek öldüler;
    güneşe gömüldüler.
    Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
    Kalın tuğla bacalar
    kıvranarak
    ötüyor!
    Haykırdı en önde giden,
    emreden!
    Bu ses!
    Bu sesin kuvveti,
    bu kuvvet
    yaralı aç kurtların gözlerine perde
    vuran,
    onları oldukları yerde
    durduran
    kuvvet!
    Emret ki ölelim
    emret!
    Güneşi içiyoruz sesinde!
    Coşuyoruz,
    coşuyor!..
    Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
    mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Toprak bakır
    gök bakır.
    Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
    Hay-kır
    Haykıralım![hr]
    HAYDİ GÜLE GÜLE GÜLÜM

    Haydi güle güle gülüm
    haydi güle güle
    Hani ağlamak yoktu?
    Ağlama kızım,
    gözüne batacak sürmelerin.
    Taksiye bindin işte,
    işte hapishanesinde yattığım şehrin
    geçiyorsun içinden.
    Şöför belki ben yaşta bir adam
    dikiz aynasından bakıyor sana
    anlıyor bu güzel kadının ağlamasını.
    Belki onunda içerde yatanı vardır,
    belki tanır beni, belki kendiside bizdendir.
    Biliyorum:
    Demirlerden seyrettiğim bu şehir
    kaplıcalar
    türbeler
    ipek fabrikaları ve kocaman bir çınardır.
    Ve sahici insanları
    benim insanlarım
    nasılda perişan…
    Fakat yüzlerine güneş vurmuş gibi olmuştur
    sen gözyaşları arasından
    onlara baktığın zaman.
    Sen bu şehre bundan öncede geldin demek?
    Sen bu şehre gelesin de beni aramayasın!
    Öyle mi? AĞLA GÜLÜM!
    Hemde hüngür hüngür ağlamalısın.
    Hayır ağlama, Allah belamı versin benim ağlama!
    Etrafına bak:
    Ben ve şehir çoktan arkada kaldık[hr]
    İKİ SEVDA

    Bir gönülde iki sevda olamaz
    yalan
    olabilir.
    Şehrinde soğuk yağmurların
    gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
    gözlerim tavana dikili
    bulutlar geçiyor tavandan
    ıslak asfaltı geçen kamyonlar gibi ağır
    ve sağda uzakta
    ak bir yapı
    yüz katlı belki
    tepesinde altın iğne parlıyor.
    Bulutlar geçiyor tavandan
    karpuz kayıkları gibi güneş yüklü bulutlar
    Oturmuşum cumbaya
    yüzüme suların ışığı düşüyor
    bir ırmak kıyısında mıyım
    bir deniz kıyısında mı?
    O tepsideki ne
    o güllü tepsideki
    yer çileği mi kara dut mu?
    Fulya tarlasında mıyım
    karlı kayın ormanın da mı?
    Gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar
    iki dilde

    Dostlar nasıl bir araya geldiniz?
    Birbirinizi tanımazsınız.
    nerde bekliyorsunuz beni?
    Beyazıt’ ta Çınarlı Kahve’ de mi Gorki parkında mı?
    Şehrinde soğuk yağmurların
    gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
    gözlerim yanıyor gözlerim alabildiğine açık
    bir hava çalındı
    armonikle başladı utla bitti.
    İçimde sarmaş dolaş karmakarışıktı
    büyük uzak iki şehrin hasreti.

    Fırlamak yataktan koşmak altında yağmurun
    istasyona koşmak
    —- Sür kardeşim Makinist
    götür beni oraya.
    — Nereye?[hr]
    CENAZE MERASİMİM

    Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
    Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan?
    Asansöre sığmaz tabut,
    merdivenler daracık

    Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak,
    belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu,
    belki ıslak asfaltıyla yağmur.
    Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.

    Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açık yükleneceksem,
    bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur.
    Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma,
    meraklıdır ölülere çocuklar.

    Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
    Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
    Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
    Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize…[hr]
    BİR KÜVET HİKAYESİ

    Süleyman’a karısı telefon etti :
    — Konuşan ben,
    ben, Fahire.
    Tanımadın mı sesimden?
    Demek çok bağırdım birdenbire.
    Çığlık mı?
    Belki…
    Hayır,
    çocuklar hasta değil.
    Dinle beni :
    işini bırak da gel,
    çabuk ol ama.
    Telefonda anlatamam,
    olmaz.
    Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
    Saatlar, saatlar,
    kıyamet kadar.
    Sorma.
    Dinle beni…
    Hemen vapur bulamazsan
    Üsküdar’a kayıkla geç.
    Bir taksiye atla.
    Paran yoksa
    patrondan avans al.
    Yolda hiçbir şey düşünme,
    mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
    Yalan kuvvetliye söylenir
    ben kuvvetsizim.
    Alay etme kuzum.
    Evet kar yağacak,
    evet
    hava güzel.
    Koynuna girdiğim adam gibi
    kocam gibi değil,
    büyüğüm, akıllım,
    babam gibi gel…

    Geldi Süleyman,
    Fahire, kocası Süleyman’a sordu :
    — Doğru mu?
    — Evet.
    — Teşekkür ederim Süleyman.
    Bak işte rahatladım.
    Bak işte ağlamıyorum artık.
    Nerde buluşuyordunuz?
    – Bir otelde.
    — Beyoğlu tarafında mı?
    — Evet.
    — Kaç defa?
    — Ya üç, ya dört.
    — Üç mü, dört mü?
    — Bilmiyorum.
    — Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
    — Bilmiyorum.
    — Demek ki bir otel odasında.
    Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
    Bir İngiliz romanında okudum,
    bu işlere yarayan otellerde
    kırık küvetler varmış.
    Sizinkinde de var mıydı Süleyman?
    — Bilmiyorum.
    — Hele düşün,
    toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
    — Evet.
    — Hiç hediye verdin mi?
    — Hayır.
    — Çukulata, filân?
    — Bir defa.
    — Çok mu seviyordun?
    — Sevmek mi?
    Hayır…
    — Başkaları da var mı Süleyman?
    — Yok.
    — Olmadı mı?
    — Hayır.
    — Bunu sevdin demek…
    Başkaları da olsaydı
    daha rahat ederdim…
    Çok mu güzel yatıyordu?
    — Hayır.
    — Doğru söyle, bak ne kadar cesurum…
    — Doğru söylüyorum…
    — Zaten gösterdiler bana.
    İnek gibi karı.
    Belimden kalın bacakları…
    Fakat zevk meselesi bu…
    Bir sual daha, Süleyman :
    Niçin?
    — Bilmiyorum…
    Karanlıkta pencerenin hizasında
    karlı, ağır bir çam dalı.
    Bir hayli zaman oldu
    Sofada asma saat on ikiyi çalalı.

    Süleyman’ın karısı Fahire
    şunları anlattı kocasına ertesi gün :
    — … Dayanılmaz bir acı halindeydi
    kendime karşı duyduğum merhamet,
    ölmeye karar verdimdi, Süleyman…
    Annem, çocuklarım ve en önde sen
    bulacaktınız karda ayak izlerimi.
    Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
    ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
    arka arsada bostan kuyusundan.
    Kolay mı?
    Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
    sonra kenarına çıkıp durarak
    baş aşağı atlamak karanlığına?
    Fakat bulmadınızsa eğer
    karda ayak izlerimi
    sade korktuğumdan değil.
    Bekçi, merdiven, polisler,
    dedikodu, kepazelik,
    aldatılmış bir zevcenin intiharı :
    komik.
    Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
    Kime? Herkese, sana meselâ.
    İnsan, ölmeye karar verirken bile
    insanları düşünüyor…
    Sen yatakta uyuyordun
    yüzün rahat,
    her zaman nasıl uyursan
    ondan evvel ve o varken.
    Dışarda kar yağmaya başladı.
    Bir tek gecelikle çıkmak balkona :
    Zatürree ertesi gün,
    nümayişsiz ölüvermek.
    Hayır,
    hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.
    Yaktım sobamızı.
    İyice ısınmak lâzım ilk önce.
    Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
    Pencereye, kara bakıyorum :
    «Eşini gaip eyleyen bir kuş
    gibi kar
    geçen eyyamı nev baharı arar…»
    Babam bu şiiri çok severdi.
    Sen beğenmezsin.
    «Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan…»
    Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
    « … gibi kar
    düşer düşer ağlar…»
    Oturdum balkonda iskemleye.
    Havada çıt yok.
    Karanlık bembeyaz.
    Uykudayım sanki.
    Sanki çok sevdiğim bir insan
    korkarak beni uyandırmaktan
    yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
    Üşümüyordum.
    Kederim duruluyor
    berraklaşıyor.
    Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
    sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
    Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
    acayip şeyler düşünüyordum :
    Feneryolu’ndaki çınar
    150 yaşındaymış.
    Ömrü bir gün süren böcekler.
    Gün gelecek
    insanlar çok uzun
    çok bahtiyar yaşayacaklar.
    İnsanın yüreği ve kafası var…
    İnsanın elleri…
    İnsan?
    Ne zamanki,
    nerdeki,
    hangi sınıftan?
    Onların insanları,
    bizim insanlarımız.
    Ve her şeye rağmen
    yeni bir dünya için yapılan kavga.
    Sonra sen
    ben
    bir kırık küvet
    ve benim
    kendime karşı duyduğum merhamet…

    Kar durdu.
    Sökmek üzre şafak.
    Utanarak
    odaya döndüm.
    O anda uyansaydın
    sarılıp boynuna…
    Uyanmadın.
    Evet,
    çok şükür nezle bile değilim.
    Şimdi?
    Zaman zaman hatırlayıp
    zaman zaman unutacağım.
    Yine yan yana yaşayacağız
    beni sevdiğine emin olarak.

    Altı ay kadar geçti aradan.
    Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
    Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
    Fahire birdenbire durdu
    baktı muhabbetle kocasının gözlerine
    ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.[hr]
    Yolculuk

    Bir şair yolculuk ediyor
    Bir denizinde dünyamızın
    Bakarak bir yıldıza

    Yolculuk ediyor şairin biri
    Yıldızlardan birinde bir denizde
    Bakarak dünyamıza

    Yolculuk ediyor şairler
    Denizlerinde kainatın
    Bakarak birbirine.

    1960,Akdeniz
    Nazım Hikmet.[hr]
    BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM

    Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    Iyisi mi,beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni gorebilesin
    Fedakarliğimi anlıyorsun
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşiyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orada beraber yaşarız
    külümün içinde külün
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar…
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacagız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasndan nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    Bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
    Içimden bir şey :
    belki diyor.[hr]
    Seni dünya paylaşamıyor şiirlerin bin dilde
    Seni senden okumak var ya seninle aynı dilde
    Mezarın orada olsa burada olsa ne olur?
    Tepede bir taş olsa çınar olsa ne olur?
    Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
    Kafiye için yazmadık hasret sana memleket…
    Kitapların özügr artık müjdeler olsun Nazım,
    Sen yazmaya devam et
    Hasreti yazma Nazım…
    Varna önlerindeydin sen artık döndün Nazım
    Karadeniz köpürdü, memleket teslim Nazım…
    Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
    Kafiye için yazmadık, hasret sana memleket

    Ölürsem o günden önce, öylece de görünüyor… Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni. Bir de o yarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa, taş maş da istemez hem…

    Nazım Hikmet memleket, Memleket Nazım Hikmet
    Kafiye için yazmadık, hasret sana memleket…[hr]
    O MAVİ GÖZLÜ BİR DEVDİ

    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadın sevdi.
    Kadının hayali minnacık bir evdi,
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan bir ev.
    Bir dev gibi seviyordu dev.
    Ve elleri öyle büyük işler için
    hazırlanmıştı ki devin,
    yapamazdı yapısını,
    çalamazdı kapısını
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan evin.

    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadın sevdi.
    Mini minnacıktı kadın.
    Rahata acıktı kadın
    yoruldu devin büyük yolunda.
    Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
    girdi zengin bir cücenin kolunda
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan eve.

    Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
    dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
    bahçesinde ebruliiiii
    hanımeli
    açan ev..[hr]
    SON OTOBÜS

    Gece yarısı. Son otobüs.
    Biletçi kesti bileti.
    beni ne bir kara haber bekliyor evde,
    ne rakı ziyafeti.
    Beni ayrılık bekliyor.
    Yürüyorum ayrılığa korkusuz ve kedersiz.

    İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
    Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık
    Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
    elimi sıkarken sapladığı bıçak.
    Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
    Geçtim putların ormanından baltalayarak
    nede kolay yıkılıyorlardı.
    Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
    çoğu katkısız çıktı çok şükür.
    Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
    ne böylesine hür.

    İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
    Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık.
    Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
    karşıma çıkıveriyor geçmişten
    bir söz
    bir konu
    bir el işareti.

    Söz dostça
    koku güzel,
    el eden sevgilim.
    Kederlendirmiyor artık beni hatıraların daveti
    hatıralardan şikayetçi değilim.
    Hiçbir şeyden şikayetim yok zaten,
    yüreğimin durup dinlenmeden
    kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.

    İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
    Artık ne kibri nazırın, ne katibin şakşağı.
    Tas tas ışık döküyorum başımdan aşağı,
    güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
    Ve belki, ne yazık,
    hatta en güzel yalan
    beni kandıramıyor artık.
    Artık söz sarhoş edemiyor beni,
    ne başkasının ki, nede kendiminki.

    İşte böyle gülüm,
    iyice yaklaştı bana ölüm.
    Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
    Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
    başladım soyunmağa.
    Bir tren penceresiydim,
    bir istasyonum şimdi.
    Evin içerisiydim,
    şimdi kapısıyım kilitsiz.
    Bir kat daha seviyorum konukları.
    Ve sıcak her zamankisinden sarı,
    kar her zamankinden temiz.

    21 TEMMUZ 1957

    Alıntı: Nazım Hikmet, Bursa Cezaevinden Va-Nu’lara Mektuplar, Cem Yayın Evi, 1994, s:14.[hr]
    KARIMA MEKTUP

    Bir tanem!
    Son mektubunda:
    “Başım sızlıyor
    yüreğim sersem!”
    diyorsun.

    “Seni asarlarsa
    seni kaybedersem;”
    diyorsun;
    “yaşayamam!”

    Yaşarsın karıcığım,
    kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
    yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
    en fazla bir yıl sürer
    yirminci asırlarda
    ölüm acısı.

    Ölüm
    bir ipte sallanan bir ölü.
    Bu ölüme bir türlü
    razı olmuyor gönlüm.
    Fakat
    emin ol ki sevgili;
    zavallı bir çingenenin
    kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
    geçirecekse eğer
    ipi boğazıma,
    mavi gözlerimde korkuyu görmek için
    boşuna bakacaklar
    Nâzım’a!

    Ben,
    alaca karanlığında son sabahımın
    dostlarımı ve seni göreceğim,
    ve yalnız
    yarı kalmış bir şarkının acısını
    toprağa götüreceğim…

    Karım benim!
    İyi yürekli,
    altın renkli,
    gözleri baldan tatlı arım benim;
    ne diye yazdım sana
    istendiğini idamımın,
    daha dava ilk adımında
    ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
    kellesini adamın.
    Haydi bunlara boş ver.
    Bunlar uzak bir ihtimal.
    Paran varsa eğer
    bana fanila bir don al,
    tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
    Ve unutma ki
    daima iyi şeyler düşünmeli
    bir mahpusun karısı.[hr]
    Kız Çocuğu
    Kapıları çalan benim
    kapıları birer birer.
    Gözünüze görünemem
    göze görünmez ölüler.

    Hiroşima’da öleli
    oluyor bir on yıl kadar.
    Yedi yaşında bir kızım,
    büyümez ölü çocuklar.

    Saçlarım tutuştu önce,
    gözlerim yandı kavruldu.
    Bir avuç kül oluverdim,
    külüm havaya savruldu.

    Benim sizden kendim için
    hiçbir şey istediğim yok.
    Şeker bile yiyemez ki
    kâat gibi yanan çocuk.

    Çalıyorum kapınızı,
    teyze, amca, bir imza ver.
    Çocuklar öldürülmesin
    şeker de yiyebilsinler.[hr]
    İYİMSERLİK

    Şiirler yazarım basılmaz,
    basılacaklar ama…
    Bir mektup beklerim müjdeli,
    Belki de öldüğüm gün gelir.
    Mutlaka gelir ama.
    Ne devlet,ne para
    İnsanın emrinde dünya…
    belki yüzyıl sonra,olsun.
    Mutlaka bu böyle olacak…[hr]
    Kadınlarımız

    Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
    sanki gidenler hiçbir zaman
    hiçbir menzile erişemeyecekti.
    Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
    Ve onlar
    ayın altında dönen ilk tekerlekti.
    Ayın altında öküzler
    başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
    ufacık kısacıktılar
    ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
    ve ayakları altından akan
    toprak,
    toprak,
    ve topraktı.
    Gece aydınlık ve sıcak
    ve kağnılarda tahta yataklarında
    Koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
    Ve kadınlar
    birbirlerinden gizleyerek
    bakıyorlardı ayın altında
    geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
    Ve kadınlar
    bizim kadınlarımız:
    korkunç ve mübarek elleri
    ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
    anamız, avradımız, yarimiz
    ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
    ve soframızdaki yeri
    öküzümüzden sonra gelen
    ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
    ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
    ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
    ışıltısında yere saplı bıçakların
    oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
    kadınlar,
    bizim kadınlarımız
    şimdi ayın altında
    kağnıların ve hartuçların peşinde
    harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
    aynı yürek ferahlığı,
    aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
    Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
    ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
    Ve ayın altında kağnılar
    yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.[hr]
    BİR FOTOĞRAFA

    Karşımdasın işte…
    Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
    Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
    Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
    Tıkandığım o an,
    Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
    Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
    Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
    Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
    Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
    bitti artık hepsi…

    Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
    Bakış açım belli oldu yine.
    Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
    Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
    Dağlara çarptım her esişimde.
    Yollara küfrettim her gidişinde.

    Demiştim sana hatırlarsan:
    “Önemli olan zamana bırakmak değil,
    zamanla bırakmamaktır..”
    Şimdi bana, geçen o zamanın
    Unutulmaz sancısı kalır

    Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
    Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim…

    Nazım Hikmet RAN[hr]
    En güzel deniz :
    henüz gidilmemiş olanıdır.
    En güzel çocuk :
    henüz büyümedi.
    En güzel günlerimiz :
    henüz yaşamadıklarımız.
    Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
    henüz söylememiş olduğum sözdür…

    NHR[hr]
    ASYA-AFRİKA YAZARLARINA

    Kardeşlerim
    bakmayın sarı saçlı olduğuma
    ben Asyalıyım
    bakmayın mavi gözlü olduğuma
    ben Afrikalıyım
    ağaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda
    sizin ordakiler gibi tıpkı
    benim orda arslanın ağzındadır ekmek
    ejderler yatar başında çeşmelerin
    ve ölünür benim orda ellisine basılmadan
    sizin ordaki gibi tıpkı
    bakmayın sarı saçlı olduğuma
    ben Asyalıyım
    bakmayın mavi gözlü olduğuma
    ben Afrikalıyım
    okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin
    şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek
    şiirler bayraklaşabilir benim orda
    sizin ordaki gibi
    kardeşlerim
    sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz
    toprağı sürebilmeli
    pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
    dizlerine kadar
    bütün soruları sorabilmeli
    bütün ışıkları derebilmeli
    yol başlarında durabilmeli
    kilometre taşları gibi şiirlerimiz
    yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
    cengelde tamtamlara vurabilmeli
    ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan
    gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar
    malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli
    büyük hürriyete şiirlerimiz

    (22 Ocak 1962, Moskova)

    #64424
    FeeLinG
    Üye

    Durup dururken içimde birşeyler kopup tıkıyor boğazımı,
    Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,
    Durup dururken rüya görüyorum bir otelde,holde,ayakta,
    Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç,
    Durup dururken bir kurt oluyor aya karşı bahtsız,öfkeli,aç,
    Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede,salıncakta,
    Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan,
    Durup dururken kafamda güneşli bir duman,
    Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,

    VE HER SEFERİNDE SEN ÇIKIYORSUN SU YÜZÜNE….!!!!

    NAZIM HİKMET

    #64425
    FeeLinG
    Üye

    Sevdiğin müddetçe
    ve sevebildiğin kadar,
    sevdiğine herşeyini verdiğin müddetçe
    ve verebildiğin kadar
    GENÇSİN…!!!

    NAZIM HİKMET

    #71999
    FeeLinG
    Üye

    Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna Rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.

    Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak İçin uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası….Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun as olan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…

    NAZIM HİKMET

    #72006
    sckn
    Üye

    bn bu konuyu ilk kez görüom:D çok güzel olmuş elinee sağlııık:D:D

    #72022
    FeeLinG
    Üye

    güzel yapan ben değil NAZIM HİKMET :)

    #72037
    sckn
    Üye

    öyle tabikide :happy:

    #72194

    2 gündür bunun 1. sayfasına bakmaya çalışıyorum bakamıyorum.Nazım Hikmet ile ilgili ne yazılmış göremiyorum.

    #72195

    Şimdi okudum.

    Nazım Hikmet sevenlerle yolumuz bu konuda ayrılıyor.

    Paylaşım için teşekkürler.

    #77172
    FeeLinG
    Üye

    Biraz da Ben Öldürdüm Köpeğimi

    Biraz da ben öldürdüm köpeğimi;
    Bakmasını bilemedim.
    Bakmasını bilemezsen
    Ağaç bile dikme.
    Elinde kuruyan agaç
    Derdolur adama.
    Yüzme suda öğrenilir diyeceksin,
    Doğru.
    Boğulursan
    Bir sen boğulursun ama,
    Kaç sabahtır uyanıyorum,
    Dinliyorum ortalığı,
    Kapımı tırmalayan yok.
    Ağlamak geliyor içimden ağlayamadığım için utanıyorum.
    İnsan gibi.
    Hayvanların çoğu insan gibidir,
    Hem de iyi insan gibi.
    Kalın boynu kıldan inceydi dostluğumun buyruğunda.
    Hürriyeti, dişleriyle bacaklarındaydı,
    Nezaketi, tüylü uzun kuyruğunda.

    Nazım Hikmet

    #77338
    FeeLinG
    Üye

    BULUT MU OLSAM

    Denizin üstünde ala bulut
    yüzünde gümüş gemi
    içinde sarı balık
    dibinde mavi yosun
    kıyıda bir çıplak adam
    durmuş düşünür.

    Bulut mu olsam,
    gemi mi yoksa?
    Balık mı olsam,
    yosun mu yoksa? ..
    Ne o, ne o, ne o.
    Deniz olunmalı, oğlum,
    bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

    NAZIM HİKMET

    #77339
    FeeLinG
    Üye

    YÜRÜMEK

    Yürümek;
    yürümeyenleri
    arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
    havaları boydan boya yarıp ikiye
    bir mavzer gözü gibi
    karanlığın gözüne bakarak
    yürümek!..

    Yürümek;
    dost omuzbaşlarını
    omuzlarının yanında duyup,
    kelleni orta yere
    yüreğini yumruklarının içine koyup
    yürümek!..

    Yürümek;
    yolunda pusuya yattıklarını,
    arkadan çelme attıklarını
    bilerek
    yürümek…

    Yürümek;
    yürekten
    gülerekten
    yürümek…

    Nazım Hikmet Ran..

    #77342
    FeeLinG
    Üye

    Basit yaşayacaksın.

    Mesela susayınca su içecek kadar basit.

    Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

    Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;

    tek bir düğme, tek bir cümle gibi;

    sevince lafı dolandırmadan söylediğin

    “seni seviyorum” gibi.

    Basit bir öpücük yetecek sana;

    basit sıcak bir öpücük

    ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.

    O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,

    o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

    Kabak çekirdeği verecek sana

    rakamların veremediği mutluluğu.

    El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak

    en değerli kağıdın;

    hep yanında taşıdığın,

    atmaya kıyamadığın.

    İki harekette giyiniverecek,

    iki harekette soyunuvereceksin.

    Kısacık olacak uyanman

    ve yola çıkman arasında geçen süre;

    kısacık olacak

    sıcacık kollara dolanman

    ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

    Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;

    bakışların bile anlatabilecek kendini.

    Beklentilerin de basit olacak.

    Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.

    Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;

    ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana

    en ucuz aşk romanını.

    Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.

    Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

    Bir kaşarlı tost olacak aradığın

    nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;

    parmakların olacak en kıymetli çatalın.

    Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.

    İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

    Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana

    kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir

    “fa diyez”in mutluluğunu.

    Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.

    Temizlik kokacak en pahalı parfümün

    “Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde

    ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.

    Tek dereden su getirmen yetecek,

    bir “istemiyorum” diyebilmeye.

    Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.

    Saatin, sadece saati gösterecek;

    Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.

    Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.

    Basit yaşayacaksın, basit.

    Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi

    basit…

    Nazım Hikmet Ran

    #88043
    FeeLinG
    Üye

    Bir Ayrılış Hikâyesi

    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum, ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi
    kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak
    kırasıya çıldırasıya…
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum, ama nasıl,
    kilometrelerle derin,
    kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz…

    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık biliyorum:
    Toprağın – yüzü güneşli bir ana gibi
    -en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan
    parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil!
    Sen yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak..
    Sen yürümelisin, beni bırakarak…
    Kadın sustu.
    Sarıldılar
    Bir kitap düştü yere…
    Kapandı bir pencere…
    Ayrıldılar…
    NAZIM HİKMET

14 yazı görüntüleniyor - 1 ile 14 arası (toplam 14)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.