blank
  1. Anasayfa
  2. Genel
  3. Veteriner Hekim Haberleri
  4. NEREDEN GELİYORUZ? NEREYE GİDİYORUZ?
1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #28067

    NEREDEN GELİYORUZ? NEREYE GİDİYORUZ?

    Veteriner hekimliği mesleği kuramsal olarak dünyada ilk evcilleştirilen hayvanla başlar. İnsanoğlunun günümüzden yaklaşık 20.000 yıl önce ilk kez köpeği evcilleştirmesi kendi tarihi açısından da, hayvanların tarihi açısından da bir dönüm noktasıdır. Cilalıtaş Çağının ortalarına doğru, dünyanın birçok yerleşim alanında ama özellikle doğudaki yerleşim merkezlerinde, insanın köpekle birlikte ortak yeni bir yaşam biçimi oluşturduğuna tanıklık edilebilir. Köpek yavrularının sevimliliği, insanların yaşama alanlarının çevresine saçtıkları hayvansal orijinli besin maddeleri ve uygun ılıman iklim koşulları, köpek yavrularının evcilleşmesi için ideal koşulları hazırlamıştır. Köpeği yanına alan insan, daha da hızlanmış bir süreç içinde diğer türleri kendi çıkarı için önce kullanmak sonra bunları da evcilleştirmek için önemli bir desteğe sahip olur. Köpekten sonra küçük ve büyük ruminantlar, kümes hayvanları, kedi ve en son olarak da at evcilleştirilerek bu önemli kültürel süreç tamamlanır.

    İnsanoğlu hayvanları kendine bağlı kılarak maddi ya da düşünsel alanda büyük bir artı değer elde eder. Her gün çıkılan kanlı ve zorlu avlar sona ermiştir. İnsanın gerçek zenginliği olan hayvanları, evinin arka bahçesindedir artık. Köpekler ise insanın bu önemli zenginliğinin bekçileridir. Zamanla toplumlarda en fazla hayvanı olan ya da en çok baş sığırı olan kişiler “kapitalist” olarak nitelendirilir çünkü bir yerde kapital, sığır başı anlamına gelmektedir. İşte bu kişiler, ilkel komünal sistemden sonra şekillenen yeni sınıflı dünyada, sermaye sınıfını ya da kapitalist sınıfı temsil ederler. Bu sınıfa ait olan kişiler, diğer insanları köle gibi görürler ve hayvana sahip olmayanların maddi ve manevi varlıkları üzerinde kesin otoriteye sahiptirler. Kısacası, fakirlerin kaderi zenginlerin elindedir. Sermayedarlar bir süre sonra varlıksız kitleyi aldatarak ve sömürerek sürülerini ve mallarını o denli arttırırlar ki bu malların güvenliği de başlı başına bir sorun haline gelir. İşte bu noktada yeni bir kavram karşımıza çıkar: Devlet… Devlet adını verdiğimiz bu örgüt hayvan sürülerine sahip, maddi varlığı olan kişilerin bu birikimlerini, fakir ve aç insanların saldırılarından korumaya çalışır. Askerler bunu sertlikle yaparlar; din adamları ise Tanrı’yı ve Tanrı inancını kullanarak… Hayvanın evcilleştirilmesi görüldüğü gibi, son derece karışık, çözümü ve anlaşılması güç bir dizi yeni oluşumu ortaya çıkarmıştır.

    Hayvanın evcilleştirilmesiyle başlayan bu karmaşık ekonomik olaylar, ateşin denetimi, yazının kullanımı ve tekerleğin yaygınlaşması ile daha da kördüğüm hale gelir. Bir kere sürülerinden elde ettiği etleri pişirmeye, haşlamaya ya da tütsülemeye başlayan insanlar, bu şekilde etlerin hem daha uzun süre dayandığını hem de daha lezzetli olduğunu keşfetmişlerdir. Bu durumun insanların dişlerinde ve sindirim sistemlerinde evrimsel anlamda bazı değişiklikler oluşturduğunu ileri sürenler vardır. İyice yoğunlaşan ve karmaşık hale gelen hayvan alım satımları, hayvan vergileri ve hayvan hareketleri gibi konularda yapılan antlaşmalar, imzalanan sözleşmeler ancak hızlı yazılan ve resim harflerinden arındırılarak simgesel özellik gösteren alfabelere gereksinim gösterdiğinden, yazının gelişimi hayvan evcilleştirilmesiyle sıkı ilişki halindedir. Bunlardan başka, tekerleği kullanmaya başlayan insan, tekerlekli araba-hayvan bileşiminden yararlanarak, ticari ürünlerini çok daha uzak mesafelere götürmeyi başarmıştır. Böylesi hareketli ve süratli araçlar bir yerde uygarlığın yayılma hızını da arttırmışlar ve insanlık tarihi bu önemli buluşlardan sonra, her açıdan büyük bir ivme kazanmıştır. İnsanın zenginliğinin ve gelişiminin anahtarı tarih boyunca hep evcilleştirdiği hayvanlar olmuştur. Görüldüğü gibi, insanın keşif ve icatlarının altyapısında hep hayvanlar vardır. Günümüz dünyasında zengin ya da gelişmiş olduğunu ileri süren ülkelerin-petrol zenginleri hariç- hemen hemen hepsi, hayvancılık geleneğine sahip, hayvancılık evresini sosyolojik boyutta yaşamış, ekonomik ve kültürel üretimde bu birikimden yararlanmış toplumlardır.

    Hayvan sürülerini korumak ve bunları daha da büyütmek hayvan sahipleri için çok önemlidir. Evdeki kadınlar, bebeklerine ve çocuklarına uyguladıkları tedavi yöntemlerini, hastalanmış yavru hayvanlar üzerinde de denerler ve başlangıçta başarısız olsalar da, zamanla kullanılan bu ilaçlara karşı tür duyarlılığını ya da tür direncini algılayarak tedavide başarı sağlamış olabilirler. Ancak bebek emziren ya da çocuk bakan kadınlar, evlerinden uzun süre ayrı kalamayacaklardır. Ayrıca, baktıkları hayvanlar yalnızca yavru olmayacak gerektiğinde iri boğaları ya da inekleri de tedavi edebileceklerdir. Bu iş, çok sayıda çocuk dünyaya getirmiş ve genellikle kronik hastalıkları olan zayıf ve çelimsiz kadınların başarabileceği bir iş değildir. İşte bu noktada yeni bir meslek dalı gün ışığına çıkar; çobanlık… Hayvanlara bakan ve onları uzak meralara taşıyan çobanlara, hayvan hastalıklarının semptomlarını, belki nedenlerini ama en çok tedavilerini evdeki kadınlar öğretirler. Veteriner hekimliği mesleği kadınla başlayan ama çobanla gelişen, tipik bir “erkek çoban+kadın anne” kombinasyonudur.

    Tıpkı insan hekimliği, diş hekimliği ve eczacılık gibi kadın orijinli bir meslek dalı olan veteriner hekimlik, zamanla tamamen erkek egemen bir iş dalı haline gelmiştir. Eskiçağlar boyunca Monai-Su, Salutri, Hippiatroi,Veterinarius gibi unvanlar verilen veteriner hekimler, son derece saygın ama insan hekimliğine göre daha az para kazandıran bir uğraş alanında çalışırlar. Eski İran diğer kültürlerden biraz farklıdır çünkü burada insan hekimi ya da hayvan hekimi yoktur Yalnızca hekim vardır ve bu hekim tüm canlıları muayene ve tedavi etme yetkisine sahiptir. Eski Japon, Eski Hint ve Roma gibi uygarlıklarda –biraz dinsel de olsa- hayvan sevgisi, hekimlikten önce gelir. Buralarda maaşlı hükümet veteriner hekimliği sistemi, ihbarı mecbur hastalıklar ve özellikle Hint yarımadasında her tür hayvan için ayrı hayvan hastaneleri vardır. Roma’da gezici hayvan hastaneleri de söz konusudur. Romalı bazı yazarlar, iş hayvanlarına haftanın bir günü tatil verilmesini isterler. Mezopotamya‘daki Hammurabi Yasaları, veteriner hekimlerin hem çalışma alanlarını, hem ücretlerini hem de tedavide başarısız olurlarsa ödeyecekleri cezaları belirlemesi açısından son derece ilginç hükümler içerirler. Hititlerde de hayvanlarla ilgili yasalar varsa da bu kültür, hukukundan çok, at yetiştiriciliği ve at eğitimi üzerine olan derin bilgi birikimiyle tarihe geçmiştir.

    Tek Tanrı inancına sahip ilahi dinlerle birlikte hayvanların pozisyonu ve hayvanlara toplumun bakışı da değişmiştir. İnsan, Tanrı’sından aldığı yetkiyle hayvanları Tanrı adına yönetir ve kullanır. Hayvan, ortaçağlarla birlikte tamamen insanın gölgesinde kalmış ve insanın zaafları, zayıflıkları ve hezeyanları uğruna cezalandırılmıştır. Bu hayvan türleri içinde en şanslı ve en çok önem verilen hayvanların atlar olduğu söylense de bu doğru değildir. Çünkü Kadeş Savaşı’ndan II. Dünya Savaşı’na dek tarih boyuca yapılan tüm savaşlarda atlar kesinlikle kullanılmış ve milyonlarcası çok acı veren yaralar alarak telef olmuşlardır. At için, at koşum takımları ve nallar için, savaş atı ve süvari eğitimi için tarihsel süreçte ciddi maddi kaynaklar harcanmıştır. Ama burada amaç at sağlığı ya da atların refahı değildir. Burada amaç, savaş kazanmaktır ve at bu savaşların en sessiz figüranıdır. Ancak Bizans’ta ve İslam Uygarlığında çok önemli at hekimlerinin yetiştiği ve bunların etkilerinin yüzyıllar boyu sürdüğü de göz ardı edilmemelidir.

    Rönesans ve reform hareketleri ve daha sonra Avrupa’da açılan üniversiteler ve 1762 yılında Fransa’da, Fransız İhtilali’ni de gerçekleştirecek olan filozofların desteğiyle dünyadaki ilk veteriner okulu’nun Lion’da hizmete girmesi meslek tarihimizin temel kilometre taşıdır. Bu okulun açılış nedeni at ya da ordunun başarısı değildir. Bu okul, tamamen ekonomik kaygılarla açılmıştır çünkü 18. yüzyılda Avrupa’da o denli korkunç sığır vebası salgınları görülür ki Fransa bu salgınlarda sığır varlığının yarısını yitirir. Sığır vebasıyla mücadele için açılan bu okul, biraz da şansın yardımıyla ülkedeki sığır vebası salgınlarının kısa sürede kontrol altına alınmasından sorumlu tutulur ve gerek bu kurum gerekse veteriner hekimlik önce Fransa’da daha sonra kıta Avrupa’sında yeniden çok önem verilen saygın bir meslek olarak kabul edilir. Kısa sürede Avrupa’da küçüklü büyüklü, at veya ruminant hekimliğine yönelik hizmetler verecek 30 yeni okul açılır.

    Bu gelişmelerden 80 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da 1842 yılında ordunun elindeki atlara yönelik olarak askeri, 1889 yılında ise çiftlik ve ev hayvanlarına yönelik hizmet verecek sivil veteriner okulu hizmete girer. Bu okullar 1920 yılında birleşirler ve 1933 yılında İstanbul’dan Ankara’ya taşınırlar. Cumhuriyet tarihimizde veteriner fakülteleri öncelikle Ankara’dan, daha sonra Elazığ, İstanbul, Bursa ve Konya’daki veteriner fakültelerinden köken alarak büyüyüp gelişirler.

    Ünlü Farnsız ressam Paul Gauguin’in deyişiyle; ”Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz?

    Yrd. Doç. Dr. Dr. Altan ARMUTAK

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.