- Bu konu 20 yanıt içerir, 2 izleyen vardır ve en son 13 yıl 7 ay önce
alper un tarafından güncellenmiştir.
- YazarYazılar
- 1 Kasım 2007: 10:55 #16269
Murat KUTAYÜye1950-60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye’ye gelmiş. Heyet İmar ve İskan Bakanlığı’ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış. Ayasofyayı, Yerebatan Sarnıcını filan gezdikten sonra sıra Sinanın kalfalık eseri Süleymaniye Camisi’yle Sinan’ın öğrencisi Mimar Davut Ağa’nın eseri Sultanahmet Camisi’ne gelmiş.
Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar. Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevşek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar. Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler. Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yoğunlaşmışlar.
Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış. Minareleri incelediklerinde ise dumurları ikiye katlanmış. Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler.
Daha derin araştırma yapmak için Edirne’ye, Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camisi’ne gitmişler. Ordaki olağanüstü sistemleri görünce iyice dumur olmuşlar. Selimiye’nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler. Japonya’ya döndüklerinde ise Sinan’ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan’ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler. Yani şuan gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullanıldıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinanın geliştirdiği mekanizmalarmış.
1 Kasım 2007: 10:58 #43566 Murat KUTAYÜye[size=x-large]08.11.2006 09:05:44
AŞKIN GÖZÜ KÖRDÜR
Uzun zaman önce dünya oluşmamışken, insanlar dünyaya ayak basmamışken iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolaşıyorlarmış. Bir gün toplanmışlar ve her zamanınkinden daha fazla canları sıkkın oturuyorlarken SAFLIK ortaya bir fikir atmış ”Neden saklambaç oynamıyoruz.?” Ve hepsi bu fikri beğenmiş. Hemen ÇILGINLIK bağırmış. “Ben ebe olmak ve saymak istiyorum.” Başka hiç kimse ÇILGINLIK’I arayacak kadar çıldırmadığı için hemen kabul etmişler. ÇILGINLIK bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış. “ Bir iki üç” ÇILGINLIK saydıkça iyi huylar ve kötü huylar saklanacak yer aramışlar. ŞEFKAT ayın boynuzuna asılmış. İHANET çöp yığınının içine girmiş. SEVGİ bulutların arasına kıvrılmış. YALAN bir taşın altına saklanacağını söylemiş, ama yalan söylemiş. Çünkü gölün dibine saklanmış. TUTKU dünyanın merkezine gitmiş. PARA HIRSI bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış. Ve ÇILGINLIK saymaya devam etmiş. Yetmiş dokuz, seksen seksen bir AŞK’IN dışında bütün iyi huylar ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış. AŞK kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş. Çünkü hepimiz AŞK’I saklamanın ne kadar zor olduğunu biliriz. Ve ÇILGINLIK doksan sekiz, doksan dokuz sonra yüze geldiğinde AŞK sırçayı güllerin arasına girmiş ve saklanmış. ÇILGINLIK bağırmış: önüm, arkam, sağım,solum sobeeeeeee “ GELİYORUM” Arkasına döndüğünde ilk önce TEMBELLİĞİ görmüş, o ayaktaymış. Çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. Sonra ŞEFKAT’i ayın boynuzunda görmüş. Ve İHANET’i çöplerin arasında, SEVGİ’ yi bulutların arasında, YALAN’ı gölün dibinde ve TUTKU’ yu dünyanın merkezinde bulmuş.Hepsini birer birer bulmuş. “ Birisi hariç” ve ÇILGINLIK umutsuzluğa kapılmış, saklananların bir tanesini bulamamış. Derken HASET AŞK bulunamadığı için Haset duyarak ÇILGINLIK’ın kulağına fısıldamış. “ AŞK’ı bulamıyorsun. Çünkü o güllerin arasında saklanıyor.” Ve ÇILGINLIK çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına çılgınca saplamış. Ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana dek… ve haykırıştan sonra AŞK elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış. Parmaklarının arasında sicim gibi kan akıyormuş. ÇILGINLIK AŞK’ı bulmak için heyecandan AŞK’ın gözlerini çatal sopa ile kör etmiş. “ Ne yaptım ben? Ne yaptım ben?” diye bağırmış. Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim? Ve AŞK cevap vermiş “ Gözlerimi geri veremezsin Ama benim rehberim olabilirsin.” Ve o günden beri AŞK’ın gözü kördür…. [/size]
1 Kasım 2007: 11:01 #43567 Murat KUTAYÜyeEfsaneye göre, İstanbul’un altı birbirine bağlı tünellerle kaplıymış. Hatta bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bi yerinden de giriliyomuş ve tünel denizin dibinden devam edip taaa Kınalıada’ya kadar gidiyomuş.
Tüneller Kapalıçarşının altından da geçiyomuş taabi. Hatta şu an, Çarşı’nın gizli tutulan bi yerinden girilebiliyomuş bu tünellere. Buralarda yemek takımı üzerine çalışan gümüş kaplama atölyeleri varmış. Yerin dibindeki yere ruhsat verir mi belediye? Heepsi kaçakmış bunların. Çalışanlara da işe başladıkları gün, dehlizlerden kimseye bahsetmeyeceğine dair Kur’an’a el bastırılıyomuş.Tüneller çarşının altından başka yerlere doğru da gidiyomuş ama buraları kullanmak kesinkes yasakmış. Bi keresinde biraz Kolomb ruhlarından, çokça da hazine meraklarından, (çünkü hep, “ilerler hazinelerle dolu o’lum” geyiği yapılırmış bu atölyelerde) üç-dört işçi çocuk denemiş ilerilere gitmeyi.
Dehlizler labirent gibiymiş. Çocuklardan sadece biri geri dönmeyi başarmış, diğerleri yollarını bulamayıp tünellerde kaybolmuş. Dönen çocuk da (Allah muhafaza) aklını oynatmış. Çünkü ileriki kısımlar, iskeletlerle, insan boyunda böceklerle, farelerle filan doluymuş. Bu çocuk bi daha hiç “yeryüzüne” çıkmamış. Büttün gün dehlizlerdeki atölyelerde filan dolaşıyomuş, kim ne verirse onu yiyip, gece de artık ner’de sızarsa or’da uyuyomuş. Arada da yine tünellerin ilerilerine gidip bi’kaç gün kayboluyomuş ortalıktan. Döndükten sonra hiç bi’şey yiyip içmeden ööyle bi noktaya bakıp duruyomuş günlerce.
1 Kasım 2007: 11:03 #43568 Murat KUTAYÜyeBir gece vakti, karanlık bir sokakta yüyürken, yolun kenarındaki bir yığın çalılığın arkasından gelen çığlıklar duydum..Ne olup bittiğini dinlemek için korka korka yavaşladım ve duyduğum şeyin kesinlikle bir çırpınış sesi olduğunu farkedince panikledim..
honurtular, boğuk çığlıklar, itişip kakışmalar..
yalnızca birkaç metre ötemde bir kadın saldırıya uğruyordu..
acaba müdahale etmelimiydim?
peki ya benide bir hedef olarak görürse?can güvenliğim için endişelendim ve o gece aniden kara değiştirip eve gitmek için değişik bir güzergah seçtiğim için kendi kendime lanet ettim..
acaba sadece en yakın telefondaki polisi arayıp sıyrılmalımıydım bu işten..?
bana hiç bitmeyecek gibi gelen aklımdaki çelişkiler yalnızca saniyeler sürdü..çığlıklar gitgide güçsüzleşmeye başladı..
daha hızlı hareket etmem gerektiğini biliyordum..
ne yapmalı nasıl kurtulmalıydım?
ve sonunda karar verdim :tanımasamda bu çaresiz kadına sırtımı dönüp gidemezdim, hayatımı tehlikeye atacak olsam bile..
aslında ne cesur nede güçlü bir adamım..
o cesareti ve gücü nereden buldum bilmiyorum ama bir anda çalıların arkasına atılıp saldırganı kadının üzerinden çektim..
itişip kakışırken yere yuvarlandık
birkaç dakika boğuştuktan sonra adam elimden kurtulup kaçtı..soluk soluğa ayağa kalktım ve bir ağacın arkasında çömelmiş hıçkıra hıçkıra ağlayan kadına doğru yöneldim..karanlıkta tam olarak
göremediğim halde korkudan titrediğini hissedebiliyordum..
onu daha fazla ürkütmemek için önce belli bir mesafeden konuşmaya çalıştım..sakinleştirici bir şekilde ’herşey yolunda,
saldırgan gitti, artık güvendesiniz..’ dedim..uzun süreli bir sessizlikten sonra, merak ve şaşkınlıkla ’baba, senmisin ? ’ dedi..iyice yaklaşınca karşımda duran, kızım Judy’di..
1 Kasım 2007: 11:05 #43569 Murat KUTAYÜyeŞehirlerarası bi otobanda çok hızlı giden iki boş tır müthiş bi şekilde çarpışmış. Hatalı sollamadan meydana gelen bu kazada tırlar resmen birbirine kaynamış. Yani o kadar şiddetli bi çarpışmaymış.
Trafik ekipleri sürücüleri ölen iki tırı zorlukla bi araba mezarlığına taşımış. Sahibi filan da çıkmayınca mezarlığın sahibi bu birbirine yapışık tırları jilet fabrikasına satmış. Tırların işe yarar yerlerini ayırmak için parçalama işlemine başlayan işçiler bi süre sonra feci bir manzara ile karşılaşmışlar. İnanılmaz bi’şey ama iki tırın arasında bi de vosvos varmış. Arabanın içinden de üç çürümüş ceset çıkarılmış.1 Kasım 2007: 11:07 #43570 Murat KUTAYÜyeÜmraniye Sanayi Sitesi’nde, Amerikan otomobilleriyle ilgilenen Namık Usta’nın bana anlattığı bi olay bu. 1968 yılının sonları… AP hükümetinin başında bulunan Süleyman Demirel, seçim çalışmaları için Anadolu gezisine çıkacakmış. Demirel’in amacı köy köy, kasaba kasaba gezip, öncelikle ağaları yanına çekmekmiş. Maksut adındaki bi ağa, bu geziyi önceden haber almış. Üstelik kendi kasabası da güzergahın üzerindeymiş.
Demirel’i çok seven ağa, hemmen hazırlıklara başlamış. AP liderini karşılamak için kullanacağı arabanın da çok özel olmasını istiyomuş. Chevrolet firmasına özel bi araç sipariş etmiş. Masraftan kaçınılmamasını istemiş. Firma, gıcır gıcır, simsiyah bi Impala’yı Demirel’in ziyaretine 2 gün kala teslim etmiş.
Bu arada, izzet-ikram için bi takım eksikler hasıl olmuş. Civar illerden temin edilmesi gereken şeyler için ağanın oğlu, babasından arabayı istemiş. Taabi, mümkün değil, vermemiş bizimki. Babasına kızan oğul da, gece vakti kaçırıvermiş Impalayı. Tam 2 gün boyunca da ortadan kaybolmuş. Bu arada Demirel kasabayı ziyaret edip ayrılmış. Ağa’nın oğlu ertesi gün çıkagelmiş. Şu an hatırlayamadığım ama sudan bir sebepten ötürü yetişememişmiş merasime. Bu arada, arabada herhangi bi eksik, hasar filan da yokmuş.
Maksut ağa, oğlunun kaçtığı günden beri çıldırmış durumdaymış zaten. Adam sinirinden, 6 metreye 4 metre bi çukur kazdırmış. İçine de bi oda yaptırıp, 2 günlük gıcır Impalayı sokmuş odaya. Üzerini de toprakla kapattırmış.
1996’da bu efsaneyi duyan bizim Namık Usta, soluğu Maksut Ağa’nın kasabasında almış. Kahveye girip ağayı sormuş. ’Öldü’ demişler ama oğlunu göstermişler. Namık Usta böyle bi olay duyduğunu, doğru olup olmadığını sormuş. Ağanın oğlu aslında yeminliymiş, bu olay hakkında hiçbir açıklama yapmıyomuş ama, taa İstanbul’dan gelmiş meraklı bi adam için arabayı göstermeyi kabul etmiş. Odayı açtırıp, Impala’yı göstermiş. Araba ilk günkü gibi duruyomuş.
Namık Usta hemen, ağanın oğlundan fiyat biçmesini istemiş. Maksut Ağa’nın oğlu, ’Babam binemedi. Kimse binmeyecek’ dedikten sonra kapattırmış ’arabanın mezarını’.
1 Kasım 2007: 11:09 #43571 Murat KUTAYÜye19.12.2005 12:42:16
Eskiden kutu kolaların “açma halkaları” (hani ucundan tutup çekeriz de kola “fıs”lar ya, o kapakçıklar işte) kutunun üzerinde kalmıyodu biliyosunuz. Gerçi şimdikileri de kısa bi uğraşla yerinden kopartabilirsiniz ama o zamanlar kutuyu açınca kapakçık elimizde kalırdı. İşte önce İstanbul’u, ardından da bütün Türkiye’yi saran “açma halkası” efsanesi de bu aksesuar üzerine kurulmuştu. Söylentiye göre, “onbin kapakçık getiren herkese kola firmaları bir tekerlekli sandalye veriyodu”, daha doğrusu “kola kapakçığı toplama organizatörleri”nin deyimiyle, “veriyolarMIŞ”.
Bu ulvi amaç için sokakta tam bir açma halkası toplama çılgınlığı yaşanıyodu. Hatta, ATV ve Sabah gazetesinin olduğu binada (yani herşeyi bilen, yönlendiren, dördüncü kuvvet denen ama birinciliği kimseye kaptırmak niyetinde olmayan medyanın en önemli damarlarından birinde) bile kafeteryanın ortasına bi mukavva kutu konmuş, üzerine de “kola kapakçıklarıyla sakatlara destek olun” diye yazmışlardı.1995’te Aktüel’de çalışıyordum. Çok mantıklı görünmeyen, daha doğrusu “muş”ların çokluğundan ötürü efsane olduğunu düşündüğüm bu olayla ilgili bi araştırma yapmıştım. Sonuç tam tahmin ettiğim gibiydi. Hazırladığım haberde geçen örneklerden sadece biri bile efsanenin boyutlarını anlamamıza yetiyor. (Birinci dereceden kahramanları bulup onlardan dinlemiştim hikayeyi)
Kadıköy’de bir apartman sakinleri geniş bir kampanya yürütüp tam 20 bin kapakçık toplamış. Mahallelerindeki iki özürlü vatandaşa da, “aldığımız sandalyeleri size hediye edeceğiz” diye söz vermişler. Ama kapakçıkları bi kamyonete yükleyip Coca Cola’nın Bakırköy’deki fabrikasına götürdüklerinde maalesef acı gerçekle yüzyüze gelmişler: “Kusura bakmayın ama bizim böyle bir kampanyamız yok!”Sakinler oradan Pepsi’ye, daha sonra Uludağ’ın İstanbul şubesine, sonra Kristal Kola’ya gitmişler ama yok, bütün firmalar aynı şeyi söylemiş, “Sizin gibi gelen bi sürü insan var ama bizim böyle bi promosyon çalışmamız yok ki!” Sakinler, mahallelerindeki iki sakat vatandaşı da boş yere heveslendirdiklerini düşünerek kelimenin tam anlamıyla yıkılmışlar bu açıklamalardan sonra. Ertesi gün Coca Cola fabrikasından bi telefon gelmiş. Duruma üzülen fabrika işçileri aralarında para toplamışlar, “Gelip parayı teslim alın, bizim elimizden gelen bu” demişler telefonda.
Benzer bi toplama efsanesine de Eskişehir’de öğrenciyken şahit olmuştum. Okul kantinine konan mukavva kutunun üzerine bu kez, “Buraya atılan her Tekel 2000 sigarası paketi özürlü vatandaşlara tekerlekli sandalye olarak geri dönecektir” diye yazılmıştı. Yıllar sonra konusu geçtiğinde bi arkadaşım o tarihlerde aynı efsanenin İstanbul’da da, Tekel 2000 sigarası özelinde değil de, sigara jelatini toplanması şeklinde olduğunu söyledi. Rakam da kola halkasında olduğu gibi, ne hikmetse, aynıydı: “10 bin jelatin getirene bir tekerlekli sandalye!”
Aslında bu, ithal bi geyik. Özellikle ABD’de pek çok versiyonları dolaşıyo. 1948 tarihli bi kitaba göre o dönemde de, “Gören Göz’ (körler için rehber köpekler eğiten bir organizasyon) 10 bin sigara jelatinine bir köpek veriyo” efsanesi inanılmaz yaygınmış. Tabii ki böyle bi taahhüt yokmuş ama insanlar yine de deli gibi jelatin topluyolarmış.
“Hayır, hayır! Ne olursa olsun ben hayır yapmak istiyorum” diyen insanları hayal kırıklığına uğratan yakın tarihli bi efsanede ise bu kez kurbanlar böbrek hastaları olmuş. Bu söylentiye göre de “Ulusal Böbrek Vakfı 100 bin jelatin getiren herkese bir DİALİZ MAKİNESİ (vay be) veriyomuş!”
O günlerde gazetelerde çıkan haberlerden sonra Vakıf derhal yalanlamış tabii bu iddiaları. Ve şu açıklamayı yapmış, “Bırakın 100 bini, 1 milyon jelatinin yeniden kazanımı sonucunda dahi elde edilecek para sadece 300 dolardır. Oysaki bir dializ makinasının değeri yaklaşık 10.000 Amerikan Doları. Yani bu hesaba göre, ancak 33.3 milyon jelatinin değeri bir makinanın fiyatına eşit. Pratikte bunun toplamına ulaşmak, yeniden kazanım organizasyonunu yapmak da maalesef mümkün değil.”
ferahnaz kemer: Sarı tekel kağıtları
Ben bu efsanenin daha değişik bir versiyonunu biliyorum. Benim duyduğuma göre sigaraların arkasındaki sarı tekel etiketlerini biriktirince tekerlekli sandalye kazanıldığıydı.Tayfun Gerdan: Sigara jelatinleriyle kabartma harf
Ben de sigara jelatinlerini atmayıp körler okuluna vermek gerektiğini duymuştum. Körler alfabesindeki o kabartma harflerin yapımında kullanılıyomuş bunlar. Hatta annem ciddi ciddi senelerce topladıydı. Du bi soriim bakiim naaptı o jelatinleri. Kabul eden bi kurum bulabildi mi? İnatçıdır çünkü annem. Yetkili bir kuruma teslim etmeden pes etmez pek.kamil zilzurna: Tekel fabrikasına geldiler
Ben bir şehrimizde tekel sigara fabrikasında işçisiyim. Bir gün nizamiye kapısında beklerken bir bayan ve bir çocuk geldi. Ellerinde poşetler vardı. Beni çağırıp ’Bunları nereye verebiliriz?’ diye sordu. Baktığımda sigaranın aliminyum kağıtlarını gördüm. ’Nedir bunlar?’ diye sorunca ’Abi bunları getirene sakat arabası veriyorlarmış’ dediler. Ben de ’Bizim fabrikada böyle bir kampanya yok’ dedim ve gittiler. Sonra ne yaptıklarını bilmiyorum. Ama halkımızın merhamet duygularıyla oynayanları buradan nefretle kınıyorum.Cagatay Altan: Sigara kagıdında gümüş var!
Bu efsane ile uzaktan ilgili bir başka efsane de sigara kağıtlarında alüminyum değil de gümüş olduğu efsanesiydi. Yıllar once ATV’de yayınlanan Şok Haber programı tarafından uydurulan bu geyiğe inanan bir vatandaş, kağıtlardaki gümüşü elde etmek için belediye ihalesinde tonlarca çöp satın almıştı!Dark Night: Bizzat topladım
Ben bu Tekel 2000 paketi toplama kampanyasında bizzat çalışmıştım. Yurttaki bütün arkadaşlar Tekel 2000 topluyordu. Bana getiriyorlardı. Ben de bu paket toplama işini organize eden arkadaşlara teslim ediyordum. İşin garibi, bu söylenti, İstanbul Üniversitesi’ndeki birçok fakülteye de yayılmıştı. Sırf bu yüzden sigarasının markasını değiştirenler bile olmuştu. Sonra günlerden bi gün, bizim fakültede organizasyonu yapan arkadaş, ’Tamam, kampanya bitti. 3 tane tekerlekli sandalye aldık’ dedi. Hepimiz mutlu olmuştuk. Demek boşuna uğraşmışız. E iyi de, topladığımız o kadar boş paket nereye gitti o zaman?1 Kasım 2007: 11:10 #43572 Murat KUTAYÜyeCoca Cola şişeleme fabrikasında çalışan işçilerden biri, bi gün işe gelmemiş. Arkadaşları merak etmişler. Akşama doğru, hala ortalıkta olmayınca, evini arayıp sormaya karar vermişler. Telefon ettiklerinde, kayıp işçinin karısı iki gözü iki çeşme, eşinden haber alamadığını söylemiş. Hemmen polise haber vermişler. Aranmış-taranmış ama adam bulunamamış.
Aradan bi süre geçmiş. O arada olay neredeyse unutulmuş. Fabrikadaki asit tankının temizlenme zamanı gelmiş. Tankı boşaltılınca bi de bakmışlar ki içinde, sadece kemikleri kalmış, üzerinde tulum olan bi iskelet var. Sonradan anlaşılıyor ki, kayıp işçi asit kazan seviyesini kontrol ederken ayağı takılıp kazana düşmüş.
Herkes işin aslını öğrenince dehşete kapılmış tabii. Nasıl panik yapmasınlar? O dönemde şişelenen Colalar’ın hepsi, meftanın erimiş parçalarıyla ’tatlanmış’. Olay gazetelere yansıdığında, ’Şişede adam varmış’ başlıkları atılmış. Hatta şişelerin birinden, bi de alyans çıkmış.
1 Kasım 2007: 11:11 #43573 Murat KUTAYÜyeHava taşımacılığının ilk yıllarında insanlar uçağa binmekten korktuğu için bi türlü istenen yolcu sayısına ulaşılamıyomuş. Bi şirketin promosyon sorumlusu uçaklarında seyahat eden iş adamlarına birer mektup göndererek, eğer o hafta rezervasyon yaptırırlarsa bundan sonraki ilk beş seyahatlerinde eşlerinden para alınmayacağını bildirmiş.
Bunun üzerine epeyce başvuru olmuş doğal olarak. Şirket kampanya sona erdikten sonra bu kez işadamlarının eşlerine birer mektup göndererek, “seyahatlerinden memnun olup olmadıklarını” sormuş. Ancak mektup gönderilen kadınların yüzde doksanından şu yanıt gelmiş: “Ne seyahati?”1 Kasım 2007: 11:12 #43574 Murat KUTAYÜyeGenç bi çift evleniyomuş. Damadın babasının cebinde de orkestra, yemek hizmetleri, davetlerin ulaşımı gibi şeyler için yüklü miktarda para varmış. Adam düğünün ortalarında dans etmek için piste giderken ceketini çıkarıp oturduğu sandalyenin arkasına asmış. Döndüğünde ise cüzdanının yerinde yeller estiğini görünce neye uğradığını şaşırmış. Ancak davetlilerin keyfini kaçırmamak için hiç bi’şey olmamış gibi davranmış.
Bi’kaç hafta sonra ma+aile düğün kasetini izlemek için bi araya gelmiş. Damadın babası kasetin bi yerinde fırlamış ve oğlundan videoyu durdurmasını istemiş. Arka planda adamın birinin ceketinin etrafında dolandığını görür gibi olmuş çünkü. Gerçekten de esrarengiz adamın hızlı bi şekilde ceketin iç cebinden bi’şeyi alıp kendi cebine soktuğu açık bir şekilde görülüyomuş. Videodaki adam “ona bakan var mı” diye başını kaldırıp etrafına tedirgin bi bakış attığında herkes şok olmuş. Çünkü hırsız gelinin babasıymış.1 Kasım 2007: 11:14 #43575 Murat KUTAYÜyeAdamın biri evinin bahçesinde motorsikletini tamir ediyomuş. Tamir bittikten sonra küçük bi deneme yapmak istemiş ama vites takılı kalınca motoru durduramamış ve evinin bahçe tarafındaki camdan kapıya hızla çarparak motoruyla birlikte içeri girmiş. Karısı da o sırada mutfaktaymış. Şangırtıyı duyunca odaya koşmuş. Kocasını yerde camlar arasında ve de kanlar içinde görünce hemmen ambulans çağırmış. Evleri de tepe gibi bi yerdeymiş, sokağa inmek için evin önünde 25-30 tane basamak varmış. Hastabakıcılar adamı dikkatle bu basamaklardan indirip hastaneye götürmüşler.
Kadın daha sonra kocasının kardeşini arayıp olayı anlatmış ve abisinin yanına hastaneye gitmesini rica etmiş. Ardından da salonun ortasındaki motorsikleti kaldırıp garaja götürmüş. Kaza sırasında motorun yakıt deposunun kapağı açıldığından odanın zeminine epeyce benzin dökülmüş. Kadın bunları tuvalet kağıtlarına emdirip, ortalığı temizlemiş, kağıtları da tuvalete atmış.Bi süre sonra kocası kardeşiyle eve gelmiş. Bi’kaç sıyrık dışında önemli bir yarası yokmuş adamın. Fakat başına gelen bu olmadık kazadan ötürü canı çok sıkkınmış tabiyatıyla. Tuvalete girmiş. Burada bi sigara yakmış. Sigarası bittiğinde poposunu havaya kaldırıp hala yanan izmariti bacaklarının arasından klozete atmış. Ve işte tam o anda tuvalet BUMMM diye patlamış. Zavallı adamın da en hassas yerleri yanmış taabi bu patlamada. Karısı yine mutfaktan koşarak bu kez tuvalete gelmiş. Kocasını o halde görünce de hemmen tekrardan ambulans çağırmış.
Gelenler önceki hastabakıcılarmış. Adamı sedyeye koyup ambulansa doğru götürürlerken kadına kocasının nasıl bu hale geldiğini sormuşlar. Kadın da bütün saflığıyla olanları anlatınca adamlar kahkahalarla gülmeye başlamışlar. O sırada da evin önündeki merdivenlerden iniyolarmış. Gülmelerinin getirdiği dikkatsizlikle sedyeyi ellerinden kaçırmışlar ve adamcağız 20 basamaktan aşağı düşmüş. Hastaneye ulaştırıldığında yanıklar dışında sol ayak bileği ve iki kaburgası da kırıkmış.
1 Kasım 2007: 11:15 #43576 Murat KUTAYÜyeAlmanya’da hız yapanları saptamak için kullanılan radar sistemlerinde fotoğraf makinesi de varmış. Süratli giden araçların şoför mahallinin fotoğrafını çekebilen sistem sayesinde, fotoğrafın altındaki tarih, yer ve hız detaylarıyla sürücülerin itirazları engelleniyormuş. Aşırı süratten ceza yiyen biri itiraz ederse, Alman polisi hemen altında detayları bulunan fotoğrafı adresine gönderiyormuş.
Almanya’da adamın biri işinden evine döndüğünde, masanın üzerinde karısına trafik polisinden gelen bir mektup olduğunu görmüş. Ceza makbuzu olduğunu anladığı mektubu, ’Nasılsa ben ödeyeceğim’ diye açmakta mahsur görmemiş. Ancak mektubu açınca dünyası kararmış. Çünkü zarfta, karısının radara yakalandığıyla ilgili belge, karısının itiraz dilekçesi ve polisin fotoğraflı cevabı varmış. Fotoğrafta karısının yanında da, adamın bir süredir zaten şüphelendiği karısının aşığı oturuyormuş.
Adam anında boşanma davası açmış ve bu fotoğrafı da nafaka vermemek için delil olarak kullanmış. Hakim, Alman yasaları çerçevesinde adamı tek celsede nafakasız karısından boşamış.
1 Kasım 2007: 11:18 #43577 Murat KUTAYÜyeKaptan Kusto’yla ekibi Cebelitarık’ta araştırma yapıyomuş. Bi de görmüşler ki boğazda iki akıntı karşı karşıya geliyo biri tatlı, biri tuzlu ama bunlar hiç karışmadan, tatlısı alttan, tuzlusu üstten paşa paşa akıyomuş. Kafayı yemiş adamlar. Ulan nasıl olur, nasıl olur? Koca koca kitapları karıştırmışlar açıklaması yok! Böyle bi’şey litetatüre geçmiş değil.
Kalipso’da da Müslüman bi tayfa varmış. Faslı mı ne? Unuttum şimdi. “Niye şaşırıyonuz ki, bu Kur’an’da da yazıyo zaten’” demiş. Kusto “Olmaz öyle şey” deyip terslemiş tayfayı. Adam koyu hıristiyan. En fanatiklerinden. Kabullenir hiç böyle bi’şeyi. Yine de içine bi şüphe düşmüş taabi. O Faslı’ya, “Sen de vardır, ver bakalım şu Kur’an’ı da bi bakayım” demiş. O gece sabaha kadar Kur’an okumuş. Güneş doğarken gemi mürettabatı bi sese uyanmış. “Allahu ekber, Allahu ekberrrr” Hepsi güverteye toplanmış, noluya falan? Bakmışlar ki Kusto kaptan köşkünün önünde ezan okuyo. Ezanı bitirince bunlara, “Hepiniz saf tutun, söylediklerimi tekrarlayın” demiş. “Eşhedü Enlaaa…” “Eşhedü Enlaaaa…” İşte o sabah Kusto’yla Kalipso’nun mürettebatı böylece müslüman olmuş1 Kasım 2007: 11:20 #43578 Murat KUTAYÜyeKaliforniya İtfaiyesi yetkilileri, bi orman yangınından sonra ormanın içinde yanmış bi balık adam cesedi bulmuşlar. Şnorkeli, oksijen tüpü, paletleriyle tam donanımlı bi dalgıçmış bu. Çok şaşırmışlar taabi. Polis olayı araştırmaya başlamış. Adamın kimliğini tespit ettikten sonra yangının olduğu gün ormana 20 kilometre uzaklıkta bi mevkide (denizde taabi) dalış yaptığı anlaşılmış. Dalgıçın ormanın ortasına nasıl geldiğini itfaiye yetkililerinden biri çözmüş.
Orman yangınlarını söndürmek için helikopterlerle denizden su alınıp alevlerin yoğun olduğu yerlere dökülürmüş. İşte bu talihsiz balık adam da belli ki kendini bi anda helikopterin okyanusa daldırdığı deponun içinde bulmuş ve daha sonra da ne olduğunu anlayamadan metrelerce yükseklikten alevlerin içine düşmüş.1 Kasım 2007: 11:22 #43579 Murat KUTAYÜyeBundan 15 yıl kadar önce, köyün birinde küçük bir kız, kuduz olduğu sanılan bir köpek tarafından ısırılmış. Hükümet tabibi, ilçede başka doktor olmadığından göreve yeni başlayan bir sağlık memurunu, kızı alıp getirmesi için olay mahalline göndermiş. Sağlık memuru köye vardığında, kızın çoktan hakkın rehmetine kavuşmuş olduğunu görünce, hükümet tabibine telefon açıp ’Efendim kız ölmüş ne yapayım?’ diye sormuş. Karşıdan ’Başını kes, gel’ yanıtını almış. Tabibin kızı kastettiğini sanan acemi sağlık memuru, köpeğin başını keseceğine kızın başını kesip hükümet tabibliğine götürmüş.
Kızın akrabaları olayı öğrenince ortalık karışmış taabi. Çoluk, çocuk, bütün köy hükümet tabibliğinin kapısına dayanmış. Tabib ne yapacağını saşırmış. Sağlık memurunu jandarma korumasına vermiş. Kendisi de atlamış arabaya, köye gidip zavallı kızcağızın kafasını dikmiş. Sağlık memuru başka bir ile tayin edilmiş, köylüden resmi özür filan dilenmiş, olay tatlıya bağlanmış.
- YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.