1. Anasayfa
  2. Genel
  3. Muhabbet & Eğlence
  4. ŞEHİR EFSANELERİ.....
6 yazı görüntüleniyor - 16 ile 21 arası (toplam 21)
  • Yazar
    Yazılar
  • #43580

    İngiltere aniden bastıran sisiyle ünlüdür. Yine sisin yoğun olduğu bir gün kadının biri şehirlerarası bir yolda arabasıyla seyahat ediyormuş. Sabahın erken saatleriymiş. Sis yüzünden pür dikkat ve olabildiğince yavaş gidiyormuş. Derken yolun iki tarafında oldukça garip açıyla park etmiş iki araba görmüş. Önce tırsmış. Ama merakına yenik düşmüş ve arabasını biraz ileride güvenli bir yere çekmiş.

    İhtiyatla ilk arabaya yaklaşmış. Her halinde savrularak durduğu belli olan otomobilin görünen bir hasarı yokmuş. Otomobilin etrafında dolaşan kadın şoför mahalinde yan koltuğa doğru yatmış bir adam olduğunu görmüş. Açık pencereden içeri uzanarak, adama seslenmiş. Yanıt alamamış. Bu arada farkında olmadan kapıyı tutunca eline yapışkan bir şey bulaşmış. Alacakaranlıkta eline bulaşan şeyin önce ne olduğunu anlayamamış, ama birden bire jeton düşmüş. Elindeki kanmış.

    Panik içinde arabasına koşmuş. Son sürat en yakın yerleşim yerine gidip, polise durumu anlatmış. İngiliz polisi hemen harekete geçmiş. İki arabanın bulunduğu yere vardıklarında, olağanüstü tedbirler alarak arabalara aynı anda iki ekip halinde yaklaşmışlar. Biraz sonra her iki ekip lideri, polis müdürüne arabalarda kafası kopuk birer ceset olduğunu rapor etmişler.

    Bir süre sonra cesetlere ait iki kafa bulunmuş. Kafaların her ikisi de darmadağan olmuş vaziyetteymiş. Otomobillerde ise hiç bir hasar yokmuş, cesetlerde başka bir darbe de. Kafalar ise kesici bir aletle kesilmemiş, güçlü biri ya da bir şey tarafından sanki bir serçe kafasıymış gibi çekip kopartılmışa benziyormuş. Polisler bu işin içinden bir türlü çıkamamış. Olaya İngiliz gizli polisi MI5 el koymuş.

    MI5’da yeni kurulan seri katil araştırma birimi, olay mahalini didik didik incelemiş. İki gün sonra MI5 karargahına bu esrarengiz olay hakkında bir rapor ulaşmış. Dehşet verici bu olay, aslına basit bir trafik kazasıymış. Raporda olay şöyle anlatılıyormuş. Yoğun sise rağmen hız yapan iki sürücü de bellerine kadar sarkarak yolu daha iyi görmeye çalışıyorlarmış. Karşı yönlerden gelen bu iki otomobildeki sürücüler hızla gelen diğer otomobili çok geç farketmişler. Kafaları birbirine hızla çarpınca, ikisinin de kafası kopmuş.

    #43581

    Gecenin bir yarısı teknelerini limana bağlayaniki balıkçı, Anadol pikaplarına atlayıp evlerinin yolunu tutmuşlar. Yol mezarlık yanından geçiyormuş. Arabayı süren bu mezarlıktan korktuğu için dualar ediyormuş. Diğeri batıl korkuları olmadığından arkadaşıyla dalga geçiyormuş.

    Bu sırada şoför aniden firene asılmış. Çünkü ince bir ağaç enlemesine yola devriliymiş. Şoför ’Ben hayatta inmem’ demiş. Diğeri babayiğit bir adammış, ’Ben tek başıma hallederim’ diyip çıkmış arabadan. Gece karanlığında ince uzun ağaca bakıp: ’Kavak ağacı galiba’ demiş. Yaklaşıp ağacın gövdesine sarılıp da ağacın kabuğunun yumuşak olduğunu ve kımıl kımıl hareket ettiğini hissedince babayiğitlik filan kalmamış taabii aynen tabanları yağlamış.

    Arkadaşını dikkatle izleyen şoför ağacın hareketlendiğini ve yukarı doğru kalktığını görünce, karşısındakinin ağaç değil de ben diyim on, sen de yirmi metre boyunda dev bir yılan olduğunu farketmiş. Yılan başını kazdığı mezardan çıkarınca dehşete düşen şoförün saçları o anda bembeyaz kesilmiş. Allahtan karnını mezarda doyurduğu için canavar ne şoföre ne de arkaşına saldırmamış. Denize doğru akıp gitmiş. İki arkadaş perişan halde köylerine dönmüşler.

    Sonradan köyün yaşlılarından yılanın Marmara denizinde yaşayan ve denize yakın mezarlardaki, yeni gömülen ölüleri yiyerek yaşayan bir canavar olduğunu öğrenmişler. Anlattıklarına göre daha önceleri yılanın çok aç kaldığında balıkçı teknelerine dahi saldırdığı olurmuş. O zamanlarda Yalova ve Kumla’da da ortaya çıkarmış. Marmara Canavarı’yla karşılaşan herkes söz birliği etmişcesine yılanın bir kavak ağacı boyu ve eninde olduğunu söylermiş. Ama yıllardır Marmara Canavarı’nı gören olmamış.

    #43582

    Mezbahadan et taşıyan bir tırın sabahın erken saatlerinde yüklenip bir an önce yola çıkması gerekiyormuş. İşe sabahın kör vakti gelen işçiler, tırı yüklemeye başlamışlar. Alelacele işi bitirmişler. Tırın şoförü arkadaki soğuk hava deposunun kapısı kapatılır kapatılmaz yola çıkmış. Ancak son eti çengele takmaya uğraşan işçinin içeride kaldığını kimse farketmemiş. Uyku sersemi olan işçi de başına gelen korkunç şeyi, ancak tır hareket edince farkedebilmiş. Tır hiç durmadan 8 saat yol alacağından, arkadaşları kaybolduğunu farketmezlerse donarak öleceği kesinmiş.

    Bir süre duvarları yumruklamış ama sesini duyuramayacağını biliyormuş. Bir süre sonra üşümeye başladığından hareketleri yavaşlamış ve bir kenara çöküp ölümü beklemeye başlamış. Oturup kaçınılmaz sonunu beklemeye başlamış ve cebinden çıkardığı kağıt kaleme yazmaya başlamış. 1. saat: çok üşüyorum 2. saat: her yerim uyuşuyor 3. saat: ayaklarımı hissetmiyorum 4. saat: donarak ölmek istemiyorum, kalemi tutucak gücüm kalmadı, ellerim dondu…

    Tır etleri teslim edeceği yere geldiğinde şoförü dondurucunun kapısını açınca içerisinin soğuk olmadığını farketmiş. Sabah yola çıkarken aceleden dondurucuyu çalıştırmadığını hatırlayan şoför, lanetler okurken köşede büzülmüş yatan işçiyi görmüş. Adamın uyuyakaldığını sanan şoför, işçiyi sarstığı halde uyandıramamış.

    Polis olaya el koymuş, şoför tutuklanmış. Bir müddet sonra adli tabip raporunda işçinin ölüm nedeni vücut ısısının hızla düşüşü olduğu açıklanınca temize çıkmış. Meğerse talihsiz işçi psikolojikman ölmüş.

    #43583

    Bir lunaparkın gece bekçisi olarak işe başlayan bir vatandaşımız, bir gece çok sıkılmış ve ’Bari oyuncaklara binip eğleneyim diye’ düşünmüş. Hep binmek istediği ama bir türlü fırsat bulup da binemediği zincirli sandalyeleri gözüne kestirmiş. Hani şu sekolin denilen zincirle yukarıdan bağlı olup dönmeye başlayınca merkez-kaç kuvvetiyle dışarı doğru açılan bi oyuncak vardır ya işte ona.

    Vatandaş sandalyeye oturmuş, eline aldığı uzun bir çubukla aletin şalterini açmış. Şalter iner inmez zincir dönmeye başlamış. İçini çocuk gibi bi sevinç kaplamış. Çığlıklar atıp, klasik zincir ayılıkları yapmaya başlamış. Dönmüş, dönmüş, dönmüş…

    Otomatik olarak duracağını sandığı zincir, bir türlü durmuyormuş. Doğal olarak bir süre sonra vücudu isyan etmeye başlamış başı dönüyor, midesi bulanıyormuş. Sonuçta sabaha kadar dönmüş durmuş. Sabah mesaiye gelen lunapark çalışanları cesedini hala dönmekte olan zincirde bulmuşlar. Yapılan otopside, bekçinin beynindeki denge merkezi damarlarının patlaması sonucu beyin kanamasından öldüğü ortaya çıkmış.

    #43584

    High-tech ürünleri çoğunu ya Amerikalılar bulmuştur, ya da Japonlar. Diye, biliriz biz cahil takımı. Aslına bakarsanız adamların bizden yürüttüğü sürü sepet yenilik var. Buz kalıbından jeton yapan güzel insanların aklından şüphesi olan mı var! Mesela fiber optik kabloyu Paşabahçe’de çalışan bi işçinin bulduğundan kaç kişi haberdar?
    Paşabahçe Cam Fabrikası’nın hurda cam deposunda taşımacılık yapan Rıfat, kafayı kısa yoldan zengin olmaya takmış. Hayatını hep avantalar üzerine kurmak istiyomuş. Oturduğu gecekondunun elektriği de kaçakmış ama TEKçiler iki de bir gelip kesiyomuşlar elektriği. Bi gün Rıfat depoda otururken aklına bi fikir gelmiş: “Ulan camdan bi kablo yapıp hattı öyle çeksem bu TEKçilerin ruhu bile duymaz. Heriflerin gözünün önünde paşa paşa kullanırım elektriğimi” diyerek hemen harekete geçmiş.

    Hurda camlardan kabloyu yapmış yapmasına ama arada hava kaldığından bi türlü elektriği iletmeyi başaramamış Rıfat. Epey bi uğraşmış, olmayınca da projeyi rafa kaldırmış. Cam kablodan da kendine tesbih yapmış.

    Aradan bi zaman geçmiş. AT&T firması Paşabahçe’yi Türkiye’de pilot fabrika seçip buraya mühendislerini göndermiş. Gavurlar bi gün depoda çalışırken havada bi ışık huzmesi görmüşler ve dumura uğramış bi şekilde ışık nerden geliyo diye etrafı incelemeye başlamışlar. Bi masanın üstünde de kopuk bi tespih durmaktaymış. Tesbihin bi ucu yere dönük, bi ucu da florasan lambaya bakıyomuş. Üzerindeki taneleri ışık için izole edilen “tesbih kablo” tavandan aldığı ışığı masanın altına iletmekteymiş. E, bunlar koskoca AT&T mühendisi, onlar anlamıycak da kim anlıycak, olayı o an çözmüşler. “Demek ışık böyle de iletibiliyo, o halde bunu geliştirebiliriz” demişler.

    Hemmen tesbihin sahibi Rıfat bulunmuş. Bizimkini aldıkları gibi Amerika’ya uçurmuşlar. Patent işlemlerinden sonra tesbih geliştirilip bugünkü fiber optik olayı bulunmuş. Rıfat şu an epey yaşlıymış ama hala AT&T labaratuvarlarında ar-geci olarak çalışıyomuş.

    #95918
    alper un
    Katılımcı

    çok güzel olmuş murat bey

6 yazı görüntüleniyor - 16 ile 21 arası (toplam 21)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.