- Bu konu 22 yanıt içerir, 1 izleyen vardır ve en son 17 yıl 3 ay önce
Tazmania tarafından güncellenmiştir.
- YazarYazılar
- 9 Ekim 2007: 17:39 #41754
Tazmania
ÜyeDuygu Asena
19 Nisan 1946’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde pedagoji okudu. İki yıl pedagog olarak çalıştı. 1972 yılında Hürriyet Gazetesi’nde gazeteciliğe başladı. Kelebek Gazetesi’nde köşe yazarlığı, muhabirlik yaptı. Ayrıntılı Haber Gazetesi’nde muhabirlik yaptı. 1976-78 yılları arasında Man Ajans’ta metin yazarlığı görevinde bulundu. 1978’de Gelişim Yayınları’na Genel Yayın Yönetmeni olarak girdi ve Kadınca ile birlikte Onyedi, Ev Kadını, Bella Bayan, First gibi pek çok dergi yönetti. Bu dönem içinde Söz, Sabah, Güneş gazetelerinde köşe yazarlığı, yöneticilik ve röportaj yazarlığı yaptı. Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor.Duygu Asena ayrıca Umut Yarıda Kaldı, Yarın Cumartesi, Bay E adlı üç filmde rol aldı.
ESERLERİ:
*Kadının Adı Yok 1987 yılında yayınladı. Kitap bir yıl içinde 40 baskı yaparak Türkiye’de satış rekoru, daha sonra filme çekilerek gişe rekoru kırdı. 40. baskının satışları sürerken, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından muzır bulunarak satışı yasaklandı. Bunun üzerine Duygu Asena’nın açtığı davada kitap aklandı. Yeni baskıları yayınlandı.Kitap 53 baskısıya ulaştı.Bu arada Kadının Adı Yok, Almanya, Hollanda ve Yunanistan’da, bu dillere çevirilerek yayımlandı. İlk baskıları kısa sürede tükendi… Yunansitan’da “best seller” oldu.
*İkinci kitabı Aslında Aşk Da Yok, Kadının Adı Yok’un devamı niteliğindedir. 36. baskıya ulaşan bu kitap da Almanya, Hollanda ve Yunansitan’da yayımlandı.
*Üçüncü kitabı Kahramanlar Hep Erkek 14 öyküden oluşuyor. Bu kitap Kasım 1992’de piyasaya çıktı 18 baskı yaptı.
*Kadınca’daki sevilen yazılardana derlediği dördüncü kitabı Değişen Bir Şey Yok, Temmuz 1994’de piyasaya çıktı, gazete bayilerinde 20 bin liradan satışa sunularak, farklı bir yayıncılık anlayışı getirdi ve bir haftada 70 bin adet satarak yeni bir rekor kırdı.
*Beşinci kitabı olan Aynada Aşk Vardı çıktı. Kitap dört ayda 12 baskı yaptı.
9 Ekim 2007: 17:40 #41755Tazmania
ÜyeEKREM HAKKI AYVERDİ
Yazar
Tarihçi, yazar, mühendis ve müteahhit. 1900 yılında İstanbul’da doğdu.Piyade kaymakamı (yarbayı) İsmail Hakkı Bey’in oğludur. 1920 yılında mühendis okulunu bitirdi.Bir buçuk yıl İstanbul Belediyesinin Fen işlerinde çalıştıktan sonra serbest olarak çalışmış ve müteahhitlik yapmıştır.Edirne’de Selimiye, Bayezid, Üç Şerefeli ve Muradiye Camilerini; İstanbul’da bali Paşa, Mihrimah, Davut Paşa, Mesih Paşa Camilerini, İshak Paşa Çeşmesini, Topkapı Sarayı’nın bir çok dairesini restore etti.İstanbul’da bir çok hastahane, cami, bina ve Barbaros anıtını inşa etti.Arapça ve Fransızca biliyor.Mühendisler Birliği, Turing Kulüp, Kubbealtı Cemiyeti üyesi, İstanbul Enstitüsü ve Yahya Kemal Enstitüsü kurucu üyesi, İstanbul Fetih Cemiyeti Reisi oldu.Gazetelerde, İstanbul ve İslam Ansiklopedilerinde, Kubbealtı Akademisi Mecmuasında yazıları yayınlandı. Tarihi koleksiyonları ile birlikte bir apartımanını Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfına bağışladı.1979 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından Fahri Edebiyat Doktoru payesi ve 1981 yılında Bilim ve Teknoloji Tarihi Enstitüsü tarafından Üstün Hizmet Beratı verilmiştir.
Eserlerinden bazıları:18. Asırda Lale, Fatih Devri Mimari Eserleri,Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri, İstanbul Mimari Çağının Menşei-1
Kaynak:Osmanlı Tarih Yazarları M.Orhan Bayrak sf.57-58
9 Ekim 2007: 17:42 #41756Tazmania
ÜyeEMİNE IŞINSU
(1938-) Yazar, Kars’ta doğdu. Halide Nusret Zorlutuna’nın kızıdır. Ankara Koleji’ni bitirdi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisi iken öğrenimini yarıda bırakarak fıkra yazarlığına başladı. 1971’de bir neslin yetişmesinde büyük etkisi olan ilim ve fikir dergisi Töre’yi çıkardı. Kocasının görevinden dolayı bir süre Suudi Arabistan’ın Dahran şehrinde kaldı.
ESERLERİ:
AZAP TOPRAKLARI
Batı Trakya’da yaşayan Türkler’in, altmışlı yılların ikinci yarısında gördükleri eziyeti, ora ahalisinin yaşantısını, umutlarını, beklentilerini anlatır.
SANCI
Yetmiş öncesinin solcuları tarafından katledilen ülkücü Dursun Önkuzu’nun gerçek hayat hikâyesini anlatır, o tarihin Türkiyesi’nden kesitler verir.
CANBAZ
Türkiye’de sendikacılık hareketinin başlangıcını, bir kısımsendikacının dejenerasyonunu, onlara direnen bir kadın sendikacıyı ve bu arada sağ ve sol gruplaşmalardaki fikir ayrılıklarını ve bazı grupların sendikalara hakimiyetini anlatır.
ÇiÇEKLER BÜYÜR
Yetmişli yılların ilk yarısında, Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığın, Bulgar milliyetçiliğine ve Marksizme tutsak olmuş yaşantısını, çektiği maddî-manevî ıstırabı, orada yaşayan Türkler’in umutlarını, beklentilerini, Bulgaristan’ın Türk azınlıklar üzerinde oynadığı oyunları ve Türkiye’ye uzanma gayretlerini anlatır.
KÜÇÜK DÜNYA
Bin dokuz yüz ellilerde, yüksek tahsilli bir İstanbullu kızın, evlenip Şanlıurfa’ya gitmesini; orada Urfa’nın mistik havası ile kadının eşinin arkadaşlarından biriyle asla kelimeye dökülmeyen, su yüzüne çıkmayan büyük aşkını anlatır.
ATLI KARINCA
Türkiye’de yarı aydınların içinde bulundukları kısır döngüyü, boşa çabalarını, lâf kalabalıklarını, bu arada; “hakikat”e, “doğru”ya ulaşmak için gayret sarfedenleri anlatır.
BiR GECE YILDIZLARLA
Emine Işınsu’nun değişik bir lezzet alarak okuyacağınız muhtelif küçük hikâyelerinden oluşmuş bir eserdir.
KAF DAĞININ ARDINDA
Memleketin karışık zamanlarında, solda şöhret olmuş romancı olan Mevsim, maddî bakımdan da, olağanüstü bir duruma sahipti… Fakat bütün bunlar, devamlı bir arayış içinde bulunan Mevsim’e yetecek miydi?… Mevsim’in ruhu açtı ve hayatın kendisine sunduğu maddi imkanlarla doyum bulamıyordu. Mehmet onun için; bir roman kahramanı, bir sevda, aynı zamanda maneviyat kapısını açan anahtar olacaktı, ama galiba bu anahtar, Kaf Dağı’nın arkasındaydı.. Ve Mevsim’in kendi içine doğru çileli seyahatini bu eserde okuyacaksınız.
CUMHURiYET TÜRKÜSÜ
1922’nin kolu kanadı kırık Osmanlı İmparatorluğu.. Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulalı bir yıl geçmiş… İstanbul hâlâ işgal altında. Mustafa Kemal ve muhalifleri.. Sakarya’nın bu muzaffer Kumandanı’na karşı bunca itham neden? O, Türkçü fikirleri fiiliyata döken bir Kumandan değil midir, o halde?.. Eski Osmanlı Mutasarrıfı Hüseyin Hüsnü Bey’de kristalleşen Osmanlılık fikri.. Jön Türkler, İttihat ve Terakki ve onun muhalifi Hürriyet ve İtilâf Partisi.. Bir yanda Türkçüler.. bir yanda, İngiliz himayesi ve Amerikan mandası taraftarları.. Velhasıl zor günler, acı günler yaşanmakta, çökmekte olan İmparatorluğun mirasında Anadolu, dişi ile tırnağı ile, kadını ve erkeği ile son ve kesin bağımsızlık ve özgürlük savaşına hazırlanıyor.
DOST DiYE DiYE
Yazar, bu denemeleriyle, Âyetler’in ışığında bir “gönül yolu” sunuyor okuyucularına.
9 Ekim 2007: 17:43 #41757Tazmania
ÜyeERDEM BEYAZIT
şair
1939’da Maraş’ta doğdu. İlkokul ve Lise öğrenimini burada tamamladı. Yüksek öğrenimine 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde başladı. Geçim zorluğu yüzünden 1961’de öğrenimini devam mecburiyeti olmayan Ankara Hukuk Fakültesine naklederek askere gitti. Askerliğini yedek subay öğretmen olarak Burdur İli, Yeşilova İlçesi, Çuvallı köyünde yaptı. Askerlik dönüşü fakülte değiştirerek yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebıyatı Bölümünde tamamladı. Edebiyat öğretmenliği, kütüphane müdürlüğü yaptı. İstanbul Türk Musikîsi Devlet Konservatuarı’nın kuruluşu sırasında genel sekreter olarak çalıştı. Daha sonra, Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı iken bu görevinden istifa suretiyle ayrılarak Akabe Yayınları’nın ve Mavera dergisinin yönetimini üstlendi. 1984’te Akabe A.Ş.’nin İstanbul’a taşınması kararı ile bu görevini devrederek yeniden memurluğa döndü. DPT’de sözleşmeli personel olarak çalışırken, 1987 Milletvekili seçimlerinde Anavatan Partisi’nden aday oldu. Kahramanmaraş’tan milletvekili seçildi. TBMM’nin 18. Dönem çalışmaları süresince Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı. 1991 seçimlerinde adaylığını koymadı, İstanbul’a yerleşti. Evli ve dört çocuk babasıdır. Tok, kavgacı, destana yatkın bir üslûpta söylenmiş olan şiirlerinde ayrıca ince duyarlılıklar işlenmiştir. İslâmî ton bir “leit-motiv” halinde bütün şiirlerine yayılmıştır. Şiirleri Açı (K. Maraş), Çıkış (Ankara), Yeni İstiklâl, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera ve Yedi İklim dergilerinde yayınlanmıştır. Aldığı Ödüller: Risaleler; Türkiye Yazarlar Birliği 1988 Şiir Ödülü. İpek Yolundan Afganistan’a; TYB 1983 Gazetecilik Ödülü.
ESERLERİ:
*Sebeb Ey İlk şiir kitabı 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları (2. baskısı Akabe Yayınları, 1979)
*Risaleler son şiirleri adı altında Akabe Yayınları arasında 1987 yılında çıktı (2. baskı 1989).
*Şiirler (Sebep Ey ve Risaleler iki kitap bir arada) İz Yayıncılık tarafından 1992 yılında basıldı (4. baskı 1998).
*İpek Yolundan Afganistan’a:1981’de İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’ı içeren iki aylık gezi ile ilgili izlenimlerini kitaplaştırdı (Akabe Yayınları 1982).
9 Ekim 2007: 17:45 #41759Tazmania
ÜyeERTUĞRUL DÜZDAĞ
yazar
1941’de Bursa’da doğdu. İlkokulu Yenişehir ve Bursa’da okudu. Haydarpaşa Lisesi’ni ve İstanbul Edebiyat Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1965). Fakülte yıllarında, haftalık Yeni İstiklâl gazetesinde çalıştı ve yazdı. İstanbul ve Bursa’da, İslâmcı faaliyetlerde bulunan Milliyetçiler Derneği’nin çalışmalarına ve Risâle-i Nur hizmetine katıldı. Yedek subaylığından sonra Özel Fatih Erkek Lisesi’nde idareci ve öğretmen olarak çalıştı (1967-71). 1968’de evlendi. Haftalık Sebil gazetesinde aralıklarla yazarlık ve son devrede genel yayın müdürlüğü yaptı (1976-80). MED Yayınevi’ni kurarak sekiz kitap yayınladı (1978-82). MÜ İlâhiyat Fakültesi Vakfı içinde “Mehmed Âkif Araştırmaları Merkezi”ni kurdu (1985), neşriyatta bulundu, konferanslar tertipledi ve talebeye “Safahat dersleri” verdi (1986-89). Günlük “Zaman” gazetesinde köşe yazarlığı yaptı (1987-89). Evliliğinden altı çocuğu olan ve torunları bulunan Düzdağ, 1985’ten sonra Hacc’a ve Umre’ye gitti. 1967’den itibaren çeşitli yayınevlerinde kitapları çıktı.
ESERLERİ: Yakın Tarihimizde Gizli Çehreler, Buhranlarımız ve Son Eserleri (Said Halim Paşa’dan), Mehmed Âkif (Süleyman Nazif’ten eski metniyle birlikte), Safahat (Mehmed Âkif’ten eski metniyle birlikte tenkidli neşir), Volkan Gazetesi (aynen neşir ve tedkik), Tarafsız Değilim, Yakın Tarih Yazıları, Düşman Acımaz, Müslüman Âile, Başörtülü Melekler, Mehmed Âkif Ersoy Hayatı ve Eserleri, Mehmed Âkif Hakkında Araştırmalar, Bütün Yazıları (Mehmed Âkif), Bütün Tercümeleri (Mehmed Âkif), Çocukluk ve Medrese Hâtıraları (Muallim Nâci’den), Başımıza Gelenler (Mehmed Ârif’ten), Türk ve Arab (Çerkeşşeyhizâde Halil Hâlid’den eski metniyle ve Arapçasıyla birlikte), Gazavât-ı Hayreddin Paşa (Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hâtıraları, Seyyid Murâdî Reis’ten), Târihçe-i Vak’a-i Zağra (Zağra Müftüsü Hüseyin Râci Efendi’nin Hâtıraları), Şeyhulislâm Ebussu’ud Efendi’nin Fetvalarına Göre Kanunî Devrinde Osmanlı Hayatı, Yakın Tarihimizde İslâm ve Irkçılık Meselesi, Yakın Tarihimizde Dönmeler ve Dönmelik Meselesi, Yakın Tarihimizde Masonlar ve Masonluk Meselesi, Turfanda mı Yoksa Turfa mı? (Mizancı Mehmed Murad’dan “Mansur Bey” adıyla roman), 31 Mart Vak’ası Derviş Vahdetî ve İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti.
9 Ekim 2007: 17:46 #41760Tazmania
ÜyeEvliya Çelebi
Seyyah-yazar
Asıl adı Derviş Mehmed Zillî olan Evliya Çelebi 1611 yılında İstanbul Unkapanı’nda doğdu. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda kuyumcubaşıydı.Evliya Çelebi’nin ailesi Kütahya’dan gelip İstanbul’un Unkapanı yöresine yerleşmişti. İlköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış öğrendi. Musiki ile ilgilendi. Kuran’ı ezberleyerek “hafız” oldu. Enderuna alındı, dayısı Melek Ahmed Paşa’nın aracılığıyla Sultan IV. Murad’ın hizmetine girdi.
SEYAHAT YA RESULALLAH
Evliya Çelebi Seyahatname’nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’i gördüğünü, ondan “şefaat ya Resulallah” diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp “seyahat ya Resulallah” dediğini, bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz’in ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.
NERELERİ GEZDİ
Evliya Çelebi bu rüya üzerine 1635’te, önce İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’larda Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi, 1645’te Kırım’a Bahadır Giray’ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı, savaşlara, mektup götürüp getirme göreviyle, ulak olarak katıldı. 1645’te Yanya’nın alınmasıyla sonuçlanan savaşta, Yusuf Paşa’nın yanında görevli bulundu.1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın kimi bölgelerini gezdi. Bir ara Revan Hanı’na mektup götürüp getirmekle görevlendirildi, bu sebeple Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648’te İstanbul’a dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651’den sonra Rumeli’yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya’da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi.
SEYAHATNAME’NİN ÖZELLİKLERİ
Evliya Çelebi 50 yılı kapsayan bir zaman dilimi içinde gezdiği yerlerde toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yapmıştır. Bu geziler yalnız gözlemlere dayalı aktarmaları, anlatıları içermez,araştırıcılar için önemli inceleme ve yorumlara da olanak sağlar. Seyahatname’nin içerdiği konular, belli bir çalışma alanını değil, insanla ilgili olan her şeyi kapsar. Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi’nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle Divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür. Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcıdır, sürükleyicidir, yer yer eğlenceli ve alaycıdır.Evliya Çelebi gezdiği yerlerde gördüklerini, duyduklarını yalnız aktarmakla kalmamış, onlara kendi yorumlarını, düşüncelerini de katarak gezi yazısına yeni bir içerik kazandırmıştır. Burada yazarın anlatım bakımından gösterdiği başarı uyguladığı yazma yönteminden kaynaklanır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Bu özellik anlatılan hikayelerden, söylencelerden dolayı yazarın zamanla istediği gibi oynaması sonucudur. Evliya Çelebi belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır. Seyahatname’de, yazarın gezdiği, gördüğü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler, belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları önemli bir yer tutar Evliya Çelebi insanlara ilgili bilgiler yanında, yörenin evlerinden, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapılarından da söz eder. Bunların yapılış yıllarını, onarımlarını, yapanı, yaptıranı, onaranı anlatır. Yapının çevresinden, çevrenin havasından, suyundan söz eder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevreyle bütünlük kazandırır.Seyahatname’nin bir özelliği de değişik yöre insanlarının yaşama biçimlerine, davranışlarına, tarımla ilgili çalışmalarından, süs takılarına,çalgılarına dek ayrıntılarıyla geniş yer vermesidir. Eserin bazı bölümlerinde, gezilen bölgenin yönetiminden, eski ailelerinden, ileri gelen kişilerinden, şairlerinden, oyuncularından, çeşitli kademelerdeki görevlilerinden ayrıntılı biçimde söz edilir.Evliya Çelebi’nin eseri dil bakımından da önemlidir. Yazar, gezdiği yerlerde geçen olayları, onlarla ilgili gözlemlerini aktarırken orada kullanılan kelimelerden de örnekler verir. Bu örnekler, dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuştur. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si çok ün kazanmasına rağmen, ilmi bakımdan, geniş bir inceleme ve çalışma konusu yapılmamıştır.1682’de Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğü sanılmaktadır.
ESERİ: Seyahatname, ilk sekiz cilt: 1898-1928, son iki cilt: 1935-1938.
9 Ekim 2007: 17:46 #41761Tazmania
ÜyeFATMA KARABIYIK BARBAROSOĞLU
yazar
1962’de Afyon’da doğdu. Orta eğitimini lise son sınıfa kadar İstanbul’da sürdürdü ve orta eğitimini Afyon Lisesi’nde tamamladı (1980). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi (1984). Aynı bölümde “Türk-İslâm Felsefesinde Tasavvufî Eğitimin Değerlendirilmesi” başlıklı teziyle yüksek lisans eğitimini tamamladı (1987). İ.Ü. İktisat Fakültesi Sosyal Yapı-Sosyal Değişme Anabilim Dalı’nda “Modernleşme Sürecinde Moda-Zihniyet İlişkisi” başlıklı teziyle sosyoloji doktoru oldu (1994). Söz konusu tezi, Moda ve Zihniyet (İz Yayıncılık, 1995) adıyla neşredilmiş ve büyük ilgi görmüştür. Akademik çalışmalarının yanısıra edebiyat ile de meşgul olan yazar, hikâyelerini Acı Deniz (İz Yayıncılık, 1996, ikinci baskı 1998) adlı kitabında toplamıştır.
ESERLERİ:Modernleşme Sürecinde Moda ve Zihniyet, Acı Deniz, Sözün ve Sükutun Renkleri İz.Y.
9 Ekim 2007: 17:47 #41762Tazmania
ÜyeHacı Arif Bey
Besteci
1831 yılında İstanbul’da Eyüp semtinde doğdu. Eyüp Şeri’ye Mahkemesi Başkâtibi Bekir Efendi’nin oğludur. Daha ilköğrenimi sırasında güzel sesiyle dikkati çekti. Kendisiyle önce Zekâi Dede ilgilendi ve onu besteci Eyyubî Mehmed Bey’e götürdü. Arif Bey ilk musiki zevkini, bilgisini Mehmed Bey’den aldı. Altı yaş büyüğü olan, geleceğin değerli bestecisi Zekâî Efendi, onu hocası Dede Efendi’yle tanıştırdı; musikiye karşı büyük yeteneği olduğunu Dede Efendi de görmüştü. Arif Bey 1844’te Mehmed Bey’in yardımıyla Bab-ı Seraskeri’ye memur olarak girdi. Bir yandan çalışıyor, bir yandan da musikiye vakit ayırıyordu. Bir süre Mehmed Bey’in Muzika-yı Hümayun’daki derslerine dışardan devam etti. Çok geçmeden sesinin güzelliğini haber alan Sultan Abdülmecid Han onu Muzika-yı Hümayun’a aldırdı. Saray’daki musiki hocası besteci Haşim Bey’dir. Haşim Bey’den çok yararlandı, ondan yüzlerce eser öğrendi. Okuyuş üslubunu da ondan aldığı söylenir.
Abdülmecid Han, Arif Bey’e Saray’da büyük yakınlık gösterdi; onu “kurena”lık (mabeynci) rütbesine kadar yükseltti, dördüncü Mecidî nişanıyla ödüllendirdi. Arif Bey haremdeki cariyelerin musiki hocalığı görevini de yürütüyordu. Bu dersler sırasında Çeşm-i Dilber adlı bir cariyeye âşık oldu. Padişahın izniyle Çeşm-i Dilber’le evlenerek Saray’dan ayrıldı. İki çocukları oldu. Ama bu evlilik yürümedi Çeşm-i Dilber, çocuklarını Arif Bey’e bırakarak bir tüccarla evlendi. Arif Bey, “Niçin terk eyleyip gittin a zalim”, “Düşer mi şanına ey şeh-i hûban” dizeleriyle başlayan kürdilihicazkâr şarkılarını terkedilmenin acısı üzerine besteledi.
Bir süre sonra Abdülmecid Han tarafından “serhanende” olarak yeniden Saray’a alındı, gene haremdeki musiki dersleri hocalığıyla görevlendirildi. Besteci bu kez gene bir cariyeye, Zülf-i Nigâr Hanım’a âşık oldu. Bu olay Saray’da duyulur duyulmaz, Abdülmecid Han onları evlendirdi. Zülf-i Nigâr’ın kısa bir süre sonra veremden ölmesi, besteciye yeni bir acı kaynağı oldu. “Olmaz ilaç sine-i sadpareme” ve “Kemer çehre peri rû tende cânımsın-Nigârım dilberim ruh-i revanım” şarkıları bu acının ürünleridir.
İkinci kez evlenirken de Saray’dan ayrılan besteci, yeniden Saray’a dönmek istiyordu. 1861’de Abdülmecid Han ölmüş, yerine kardeşi Abdülaziz Han tahta çıkmıştı. Arif Bey, besteci Rıfat Bey’in yönetimindeki Saray Fasıl Topluluğu’na “serhanende” olarak alındı; ayrıca gene cariyelerin musiki hocalığıyla görevlendirmişti. Onu iki kez evliliğe götüren bu görev, üçüncü kez de aynı sonucu verdi. Arif Bey bu kez Pertevniyal Valide Sultan’ın nedimelerinden Nigârnik Hanım’a âşık oldu. Musiki dersleri sırasında doğan bu ilişki de, padişah ile valide sultanın uygun görmesiyle, evlilikle sonuçlandırıldı.
Ömrünün sonuna kadar Nigârnik Hanım’la evli kalan Arif Bey’in Saray’daki bu üçüncü görevi on yıl sürdü. Ününün artık doruğundaydı. İstanbul’un musiki çevrelerinde, konaklarda, özel meşkhanelerde yapılan musiki toplantılarında en çok aranan sanatçıydı. 1871’de tekrar Saray’dan ayrıldı. Şura-yı Devlet’te, Beykoz Aşar müdürlüğünde beş yıl memur olarak çalıştı. Sultan Abdülaziz’in ölümünden sonra Muzika-yı Hümayun’da girişilen tasfiye sonucu Arif Bey de açığa alındı. V. Murad’ın üç aylık padişahlığından sonra Sultan II. Abdülhamid Han tahta çıktı. Besteci uzun bir süre işsiz kaldı, geçim derdine düştü. Zincirlikuyu’da bir çiftlik evine çekilip çevreden koptu. Bu sırada 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) patlak verdi. Arif Bey savaş yıllarını çiftlikte geçim sıkıntısı içinde geçirdi.
Savaş bittikten sonra Osmanlı Sarayı bestecinin yokluğunu yeniden hissetmeye başladı. Arif Bey’in içinde bulunduğu durum Abdülhamid Han’a iletildi. Bunun üzerine besteci yeniden Saray’da görevlendirildi. Hacı Arif Bey’in öğrencilerinden besteci Levon Hancıyan’ın anlattığına göre, Saray’a alınışı şöyle olmuştu: İran şahı Nasıreddin, eserlerini çok beğendiği Arif Bey’i İran Sarayı’na davet eder, padişahtan da besteciye izin verilmesini rica eder. Türk musikisinden öteki padişahlar kadar zevk duymamakla birlikte, Arif Bey’in şarkılarını seven Abdülhamid, şaha bestecinin Saray’dan ayrıldığından haberi olmadığını söyler ve onu yeniden Saray’a aldırır. Arif Bey bu arada Şirazlı Hafız’ın bir gazelini besteleyerek, İstanbul’a gelen şaha sunar. Eseri çok beğenen şah, besteciyi bir nişanla ödüllendirir.
Muzika-yı Hümayun’da dördüncü kez görevlendirilen Arif Bey’e kolağası rütbesi verilir, ama bu ona göre küçük bir rütbedir. Arif Bey önceki padişahlardan gördüğü ilgiyi Abdülhamid Han’dan göremediği vehmiyle huzursuz olur. Sarayın eski canlı havası da kaybolmuştu; siyasi durum gittikçe gerginleşmekteydi. Abdülhamid’den umduğu yakınlığı görmeyen besteci, kimi zaman Zincirlikuyu’daki eve çekilerek sade bir yaşayışın verebileceği mutluluğu aradı, kimi zaman da padişahla çatışmayı göze alan davranışlarda bulundu. Abdülhamid’in “Şu şarkıyı oku”, diye verdiği bir emre karşı, mabeynciye, “ben onun babasından çok saygı gördüm.” Bana, “Şu şarkıyı oku” diye emir veremez. Sanatta padişah iradesi geçerli değildir. Cevabını vermesi üzerine, Saray’da hapsedildi. Elli gün sonra, nihavent makamındaki “Ahteri düşkün garibim, âşık-ı avareyim” şarkısını besteledi. İlk dizedeki “yıldız” anlamına gelen Farsça “ahter” kelimesi “talii düşkün” biçimine dönüştürülerek şarkı Abdülhümid Han’ın huzurunda okundu. Eseri çok beğenen padişah, besteciyi bağışladı.
Arif Bey ölünceye kadar Muzika-yı Hümayun’daki derslerine devam etti. 1885 İstanbul’da öldü. Yahya Efendi Dergâhı mezarlığına gömüldü.
Şarkı formuna yenilik getirdi
Hacı Arif Bey Türk musikisinin en büyük bestecilerinden biridir. Klasik dönem bestecilerinin pek kullanmadıkları şarkı formuna yepyeni bir kimlik kazandırmış, bir şarkı bestecisi olarak yeni bir çığır açmıştır. Arif Bey’den sonra “şarkı”, bestecilerin en çok işledikleri form olmuştur. Arif Bey klasik formlarda birkaç eser besteledikten sonra başarılı olamadığını görerek doğrudan doğruya şarkı besteciliğine yönelmiştir.
Eski şarkılar arasında, şarkı formuna ya da formun farklı türlerine örnek gösterilebilecek kuruluşta eserlerin sayısı az değildi, ama şarkı formlarının kesin kurallara bağlanması ilk kez Arif Bey’in eserleriyle gerçekleşebilmiştir. Arif Bey kendisinden sonraki şarkı bestecilerini bu yolda etkilemiş, böylece şarkı kesin biçimini almıştır.
Kürdilihicazkâr makamı
Hacı Arif Bey hiçbir zaman tekdüzeliğe düşmez; hemen her şarkısına yeni bir renk katmasını bilir, kullandığı makamın o zaman kadar işlenmemiş bir yönünü yakalar. Sekiz zamanlı üç vuruşlu “müsemmen” usulü onun buluşudur. Türk aksağını çok başarılı bir biçimde kullanır. Şarkılarında beste ile güfte tam bir bütünlük içindedir. Kürdilihicazkâr makamını da Arif Bey oluşturmuştur.
Nota bilmezdi ama
Hacı Arif Bey bütünüyle Türk musikisinin sözlü öğrenim geleneği içinde yetişmiş bir besteciydi. Nota bilmiyordu, herhangi bir saz da çalmazdı. Ama çok güçlü bir hafızası vardı, bini aşkın eser ezberindeydi. Çok iyi bir okuyucuydu. Şevki Bey, Levon Hancıyan, Zati Arca gibi öğrenciler yetiştirdi.
Arif Bey Mecmua-i Arifi adlı bir de güfte derlemesi yayınladı; bu derlemede sanatçının kendi şarkıları da vardır.
Bine yakın eser bestelediği söylenir, ancak 337 parçası notalarıyla günümüze kalmıştır. Bunun 327’si şarkı, 10’u öteki formlardaki eserlerdir. Bu 10 eserin de altısı ilahi, biri tevşih, biri durak, biri beste, biri de yürük semaidir.
- YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.